6- Buna karşı Allah Teâlâ'nın ilmini ve diriltmeye kudretini ispatlamakla ızdırabı savma hususunda buyurulur ki; Artık üstlerindeki göğe bakmadılar mı ki? Burada gök ufkumuzun üstünde görebildiğimiz (gök) cisimleri ve boyutları ile özel bir şekilde bakışımıza iz düşüren ve dünya göğü denilen yüksek binadır ki biri hissî, biri aklî olmak üzere iki yönü vardır. Herşeyden önce bunun hissî yönüyle gözlerimize olan tecellisine dikkat çekilmiştir. İkinci derecede fikirler ve deliller ile, akıl ile anlam çıkarmak mümkün olabilen göğün şeklinin derinliklerine dalmadan yalnız hissi olan bu yapılmış resmin durumuna bakıldığı zaman bile onu yapan yaratıcının ilim ve kudretindeki yücelik derhal gözlerde, gönüllerde kendini gösterir. Buradaki hazfedilmiş bir cümleye atıf içindir. Görmediler de o kâfirler üstlerindeki o göğe bakmadılar, baksalar ya! Biz onu nasıl bina etmişiz ve nasıl süslemişiz. Onun hiçbir yarığı, çatlağı yok. Yani kapısı geçidi yok değil, ayıp ve kusuru yoktur.
7- Yeryüzünü de yaymışız. O binanın döşeği gibi sermişiz, bakıldığı zaman gök, küre şeklinde görünürken görme alanı içinde yeryüzü de onun altında ufka doğru özel bir uzama şekli ile uzanmış görünür ve böyle görünmesi onun da bir küre olduğunu akıl ve delil ile anlamaya engel değildir. (Ra'd Sûresi'ndeki 13/3. âyetin tefsirine bkz.) Alûsi der ki; (Yeryüzünün) bu uzaması, yerin tam veyahut kutuplar yönünden noksan bir küre olmasına aykırı olmaz. Ve ona ağır baskılar, oturaklı dağlar serpmişiz. Ve onda gözler, gönüller açan her türlü güzel çiftten (bitkiler) bitirmişiz.
BEHÎC: Behcetli, gözlere gönüllere neşe ve sevinç veren, sevimli, güzel.
ZEVC; çift. İNBÂT, görünüşe göre bitkiler için ise de "zevc-i behic" insan dahil olmak üzere hayvanların da her hoş (güzel) sınıfını kapsadığı açıkça anlaşılır.
8- (Bütün bunlar) O, Rabbine gönül verecek, her kulun gözüne göstermek ve öğüt vermek içindir. Yani bütün bunları böyle yapış ve bitiriş Rabbine gönül verecek, hakka yüz tutup düşünecek her kulun gözüne göstermek ve fikrini açmak içni ibret verici delil ve hatırlatma vesilesi kılmak hikmeti iledir.
TEBSİRA; Hem göze görme kuvveti, hem de kalbe basiret (seziş) kuvveti vermek mânâsına olabilirse de ikincisi ile ifade edilmiş olmasından dolayı burada gözle görme mânâsında olması daha uygun görünür. Bunun birisi hissî birisi aklî yönü ifade eder. Biri duyurma, biri dikkati çekmedir. Bunların her biri birer yeni hayat neşesiyle Allah Teâlâ'nın ilmine ve ölümden sonra diriltme kudretine delalet ederler. Hissettirme, şimdiki dünya hayatını yaşatırken, dikkati çekme ve hatırlatma geçmiş ve gelecek şuuruyla ahireti duyurur.
MÜNİB kaydı da gerçek olarak faydalananları göstermek ve Allah'a yönelmeye teşvik etmek içindir.
9- Ve Gökten bereketli bir su indirmekteyiz ki hayrı, bereketi ve faydası pek çoktur. Bununla o güzel çiftlerin nasıl bitirildikleri gösterilerek yerinde uygulama ve diriltme şekline bir misal verilmiş oluyor. Kur'ân da bu mübarek suya benzer indirip de onunla, o su sebebiyle bitirmekteyiz; birçok cennetler, meyveli ağaçları kapsayan bağlar, bahçeler ve biçilen ekin taneleri,
10- ve dolgun veya yüksek hurma ağaçları.
BÂSİK: Uzun, düzgün veya yüklü. Tomurcukları birbiri üzerine dizilmiştir. Yani birbiri üstüne dizilmiş çok, veya içinde meyvesi çok, çünkü tal'ı, hurmanın ilk çıkan tomurcuğudur ki meyvesi içinde istiflidir.
11- Kullara rızık olsun diye yetiştirmekteyiz. Bir beldeyi ölmüş iken onunla, o su ile diriltmekteyiz. Gelişme ve büyümeden kesilmiş kuru toprağa hayat vermekteyiz. İşte dirilip kabirlerden çıkma da böyledir. Yani ölü bir beldenin bir su indirmekle dirilmesi gibidir. Allah'ın indireceği bereket ile sizin de dirilip çıkmanız, Allah'ın kudretinden nasıl uzak değilse bu da uzak değildir. Burada "çıkış" denilmesi anlamlıdır. Ebbu's-Suud'un açıklamasına göre yerden bitkilerin çıkarılmasına diriltme ve ölülerin dirilmesine hürûc denilmesi önemsiz gibi görülen bitirmenin şanını büyütmek ve uzak görülen ölümden sonra dirilme işini tabii (bir fiil gibi) kolay göstermek ve bu şekilde bitkileri çıkarma ve ölüleri diriltme arasında benzeyişi gerçekleştirmekle karşılaştırmayı açıklamak ve anlaşılmasını kolaylaştırmak içindir.
12-14-Muhakkak ki biz bununla ölmüş bir toplumdan hakkın feyiz ve bereketiyle İslâm'ın ortaya çıkması ve yeni bir hayat ile başkalarına karşı dirilip canlanması ve galip gelmesi mânâsına da bir işaret anlarız. Onlardan önce de yalanlamışlardı. Bununla peygambere teselli ve kâfirlere uyarı misalleri veriliyor.
"Ress ashabı." Bununla ilgili açıklama (Furkan, 25/38. âyetinde geçti, oraya bkz.) Ve Lut'un hemşehrileri, Lût (a.s)'ın kavmi ki kendisine nikahla meydana gelen akrabalıkları bulunmaktan dolayı ihvan (kardeşler) denildiği söylenmiştir. Bu deyim, gerek soy ve gerek evlenmekle meydana gelen akrabalık ile yakınlığın, kimseyi kurtaramayacağını anlatır. Tübba'ın kavmi, kendisi değil, kavmi ki Himyeriler'dir. (Duhan, 44/37. âyetin tefsirine bkz.) Her birisi peygamberleri yalanladı. Yeni hayata davet için Allah tarafından gönderilen peygamberlerin irşâdlarına inanmadılar. Ölümden sonra dirilme ve haşr için hazırlanmadılar. Böylece vaad ettiğim azab hakk oldu. Yani hep helak oldular ve yok oldular.
VAÎD : Vaad gibi masdardır. Mef'ul mânâsına da olur. Vaad maddesi, iyilik ve kötülükte, acıda ve tatlıda kullanılır. Fakat vaîd ve iy'ad acı ve korkunç olanlarda kullanılır. Tehdit ve uyarma ifade eder. Burada vaîd, benim uyarmam demektir. Esre ile yetinilerek mütekellim (birinci şahıs) ya'sı hazfedilmiştir.
15- Şu halde ilk yaratmada aciz mi kaldık? Yani gerek diğerlerini, gerek kendilerini ilk yaratılışla, birinci defa meydana getirmekle kudretimizi göstermiş değil miyiz ki ikinci bir yaratışı uzak görüyorlar da "uzak bir dönüştür" diyorlar. Yahut kendilerinden önce yarattığımız halka, o önceki insanlara karşı yarattıktan sonra uyarmamızı, tehdidimizi yerine getirmeye gücümüz yetmemiş de aciz mi kalmışız? Ki korkmadan yalanlayıp uzak görüyorlar? Veya ilk yaratışla kudretimiz tükenmiş de ilerisini yaratmaktan güçsüzlüğe mi düşmüşüz. Hayır, öyle olmadığını bilirler. Onlar yeniden yaratılmaktan şüphe ediyorlar.
LEBS: Aslında karıştırıp şüpheye düşürmek demektir. Burada iki mânâsı vardır: Birisi genellikle tefsir bilginlerinin açıkladığı şekliyle şöyle demektir: Onlar, ilk yaratılışı ve bizim kudretimizi itiraf etmekle beraber yeni bir yaratma ile ölülerin dirilebileceğinde şüphe ediyorlar. Bir defa yapılanın, tekrar yapılabileceği hakkındaki kıyası, tabiî kanunu bırakıyorlar da kudrete karşı şüpheye düşerek çelişkide bulunuyorlar. Bu mânâ, susturucu bir mânâ olur. İkincisi En'am Sûresi'nde "Sizleri geceleyin ölü gibi uyutan, gündüz de yaptığınız işleri bilen odur." (En'am, 6/60) âyetinde geçtiği üzere bir toplumun hayatı gibi bir şahsın hayatının da parçalarının her an yenilenmesi şekliyle bir karışıklık içinde olduğunu ve bundan dolayı ilk yaratma denilen bu yaratmada şahsiyetin kalması bile cinsin birliği gibi yavaş yavaş yaratılan birbirine benzer parçalar arasındaki bir karışıklık ve benzerlik içinde tecelli eden bir nisbet birliğinden aynı nisbette ardarda gelen yeni bir yaratmanın sürekliliğinden ibaret olduğunu açıklamadır. Şeyh Muhyiddin-i Arabî buradan bütün eşyanın arazlar (aslında olmayıp sonradan olan hal ve nitelikler) gibi maddeler de her an yeni bir yaratılış ile yenilendiğini istinbata (delillerden hareketle sonuç çıkarmaya kadar gitmiş. Fransız filozofu ünlü Dekart da bu şekilde yeni bir yaratılış nazariyesini ileri sürmüştür. Bu âyetle zamirine göre yeni yaratılışın böyle bütün eşyaya genelleştirmesi açıkça anlaşılmasa bile herhalde insanlar gibi canlı varlıklara gelişmeleri itibarıyla uygun olması tartışma götürmeyecek kadar açıktır denilebilir. Bu şekilde bir şahsın asl varlığı için gerek devam ettirme, gerek eski haline getirmede temel direk olarak düşünülmesi gereken esası, bir nehrin suyu gibi değişip duran maddi parçalarının tıpkı tıpkısına kendilerinde ve adetlerinde değil, aralarındaki düzenli oranla ifade ettikleri benzeme birliği ile ruhani doğrulukta gözetmek gerekir. Onun için bir şahsın belirlenmesi hacmin büyüklüğü ve küçüklüğü ile ilgili görünmeyerek gerek bir zerre, bir hücrecik ve gerek büyük bir cisim ve hacim halinde bile şahsiyetini koruyabiliyor da yetmiş yaşındaki Zeyd, beşikteki bebek, anne rahmindeki cenin, baba sulbündeki bir damla su olan aynı şahıs diye düşünülüyor. Kuyruk kemiğinin ucundan ölümden sonra dirilmeyi gösteren malum "Kuyruk sokumu kemiği" hadisi de bunu ifade etmiştir. Zaten insanların böyle yeni bir yaratılışla yaşayabilmeleridir ki onların ihtiyaçlarının sırrını meydana getirir. Öyle olmasaydı insanın yarın için hiç bir endişesi ve hiç bir ümidi olmazdı. Bununla beraber bu mânâ yalnız insana ve canlılara ait değildir. Dünyada her şey "O'nun zatından başka herşey yok olacaktır." (Kasas, 28/88) âyetinin mânâsı gereğince helak ve yok olma içinde her an değişmeye maruz ve her değişmede yeni bir yaratılış ile birbirine karışma ve karıştırma içindedir. "Biz gökten bir su indirdik de orada her güzel çiftten bitirdik." (Lokman, 10) buyurulması da bu mânâ ile ilgilidir. Alûsî'nin bu mânâyı uzak görmesi garip görünür. Bütün kainat böyle yeni yaratılma içinde ahirete doğru giderken onu Allah'ın kudretinden uzak görerek inkâr etmek ve yalanlamak o geleceğin mutluluğunu yaşamaya azmedenler için bir sapıklıktan başka bir şey değildir.
Meâl-i Şerifi
16- Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız.
17- Onun sağında ve solunda oturmuş iki melek zabıt tutarken,
18- İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında (onu) gözetleyen, dediklerini zapteden bir melek hazır bulunmasın.
19- Ölüm sarhoşluğu gerçekten geldiğinde, "Ey insan! İşte bu senin öteden beri kaçtığın şeydir." denir.
20- Sur'a üfürülür, işte bu, tehdid(in gerçekleşme) günüdür.
21- Her can, kendisiyle beraber bir sevk memuru ve bir şahid bulunduğu halde gelir.
22- (Allah ona) "Andolsun sen bundan gaflet içinde idin. Şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir." der.
23- Beraberindeki melek "işte yanımdaki hazır" der.
24- (Allah iki meleğe buyurur ki "Haydi ikiniz, atın cehenneme her inatçı nankörü!
25- İyiliklere (sürekli) engel olan, saldırgan, şüpheciyi.
26- O ki Allah'ın yanında başka ilâh edinmiştir. Haydi ikiniz birlikte onu şiddetli azaba atın."
27- Yanındaki arkadaşı (şeytan) der ki: "Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi derin bir sapıklık içindeydi".
28- Allah buyurur ki: "Huzurumda çekişmeyin! Ben size daha önce uyarıcı göndermiştim."
29- Benim huzurumda söz değiştirilmez. Ve ben kullara asla zulmedici değilim.
16- "Andolsun ki insanı biz yaratmıştık." Bu hatırlatma hem ilk yaratılışı anlatma, hem de daha sonrakine bir hazırlıktır. Hem Allah'ın ilminin isbat edilmesine yaratmaktan bir delil, hem de insana en yakın olmaktan bahsedilirken yaratıcı ile yaratılanı karıştırmamak için Allah'ı bütün eksikliklerden uzak tutma delilini telkin etmektir.
Ve biz biliriz nefsi ona ne fısıldar, yahut ne ile vesvese verir. Nefsin vesvesesi deyimi, içinden kendine söylediği, gönlünden geçirdiği gizli duygular, cehimler, hatıralar, kuruntular, kararlar gibi bütün iç duyguları kapsar. Söyleneceği şekilde zaptetmekle görevli hafaza (koruyucu) meleklerinin bile henüz farkına varmadıkları derecede gizli olarak insanın gönlüne gelen hatıralar ve nefisle ilgili şeylerin hepsini de Allah bilir. Çünkü yaratıcısıdır. Ve biz ona habli veridden (şah damarından) daha yakınız. Öyle yakından bilir, öyle yakından yetişir, etkili oluruz. Yaratıcı ile yaratıkları arasındaki ilişki, yaratılan ile nefsi arasındaki ilişkiden daha önceliklidir. Çünkü yaratılanın ayakta kalması bizzat kendinden değildir, yaratıcısının kudreti iledir. (Bakara Sûresi'nde "Kullarım, sana benden sorarlarsa (onlara söyle): Ben (onlara) yakınım." (Bakara, 2/186 âyetinin tefsirine bkz.)
Anatomide iki çeşit damar sayarlar. Vücudun etrafında kalbe gelen, yani siyah kanı vücudun etrafından kalbe götüren damarlara verîd (toplardamar), çoğuluna (evride), kalbden vücudun etrafına giden, kırmızı kanı bedene dağıtan damarlara da şerayin (atardamar) denilir. Atardamarların kökü kalbin sol karıncığından çıkan (vücutta kan dağıtan büyük atardamar) aorttur. Boyunda gırtlağın yanlarından geçen ve "vedecân" denilen şah damarları bundan şahlanır. Kalbde şahdamarlarının bağlandıkları büyük damara da vetîn (şahdamarı) denilir. İç şahdamarı yani vetîn, (anatomide) dokulara temasında oksijenini kaybetmiş olan siyah kanı kalbin sağ kulakçığına ulaştırır. Sol karıncık ile sağ kulakçık arasında meydana gelmiş olan bütün bu kablardaki kan dolaşımına "büyük kan dolaşımı" denilir. Siyah kan, sol kulakçıktan sağ karıncığa ve sağ karıncıktan akciğer atardamarına geçer. Akciğer atardamarına giren kan, akciğerde kılcal kablar içerisinde hava ile temas sağlayınca kırmızı kana dönüşerek akciğer toplardamarları ile sol kulakçığa, ondan sonra sol karıncığa dökülür. Sağ karıncığı, sol kulakçıkla birleştiren bütün kablardaki dolaşıma da "küçük kan dolaşımı" denilir. Büyük kan dolaşımında ise atardamarlarda kırmızı, toplardamarlarda siyah kan vardır. Küçük kan dolaşımında ise atardamarlarda siyah ve toplardamarlarda kırmızı kan vardır. Bundan dolayı kırmızı kana atardamar kanı ve siyah kana toplardamar kanı demek her zaman doğru olmaz. Büyük kan dolaşımı için doğru olan tarif küçük kan dolaşımı için yanlıştır. Demek ki toplardamarlara siyah kan damarları denmesi genel değil, çoğunluk itibarıyladır. Keşşaf'ta der ki: el-Verîdan (iki toplardamar) boynun önündeki iki yüzünü kavramış iki damardır ki vetine (şahdamarına) bağlı olup baştan kalbe doğru girerler.
İbnü Esir de Nihaye'de; verîd, boynun yüzündeki damardır ki öfke halinde şişer. Bunlar iki verîddirler (şahdamarıdırlar), der. Buna göre verîd, bizim anatomi kitaplarında vidâca bağlı şahdamarı denilen boyun damarında meşhur imiş gibi görünürse de bu özelliğin, iki şahdamarından diye ikil şeklinde olması gerektir. Çünkü Ragıb şöyle anlatmıştır: Verîd, ciğere ve kalbe bağlı olan bir damardır ki kanın akışı ondadır.(3)
Nizameddin Nisâburî de Garaibü'l-Kur'ân ismindeki tefsirinde, "Verîd, atardamardan başka kanı taşıyan damardır. Verîdân (iki doplardamar) ise boynun önünde iki yüzünü kavramış iki damardır ki baştan dağılarak ve vetîne (şahdamarına) bağlı olurlar." diye tarif etmiştir.
HABL: Malum olduğu üzere ip ve bağ demektir. Damar mânâsına da gelir. Burada çoğunluk, bu mânâ ile verid ipi, servi ağacı gibi umumun hususa izafetiyle açıklanması türünden verid damarı demektir diye tefsir etmişlerdir. Habl, boyun dibi mânâsına da geldiğinden Zemahşeri bu mânâ ile lâmî izafeti de caiz görmüştür ki bu mânâ ile "habli verid" boyun veya bedenden mecaz da olabilir. Sonra "suyun gümüşü, gümüş gibi su" kabilinden teşbihî izafet ile verid ipi, boyuna dolanmış ipe benzeyen verid mânâsını da ifade edebilir. Veridin, müfred olması itibarıyla cinse yorumlanması lazım geleceği için "habli verid", bütün verid şebekesi veya onların bağlandığı "vetin" (şah damarı) diye de düşünülebilir. Bununla beraber bu mânâlar verid damarı demekle de kastedilebilir. Ragıb, habl-i veridden maksadın ruh olduğunu söylemiştir. Kırmızı kanı taşıyan atardamarların daha önce düşünülmesi gerekirse de atardamarlarda cereyan, kalpten etrafa doğru dağılıp uzaklaştığı, veridde ise, etraftan ve baştan kalbe doğru toplanıp geldiği için, yakınlık temsilinde verid (toplardamar) zikredilmiştir. Bu şekilde habli verid, pek yakınlıkta mesel olmuştur. Nitekim şair "Ölüm ona veridden daha yakındır." demiştir. Şu halde mânâ kalbine kan akıtan, en yakın damarından, yahut canından daha yakın demek olur. Sonra veridin siyah kan damarı olması ve kullanılmış, ölmüş, hücrecikleri taşıyan bir siyah kanın kalbe gelişi bir tasfiye ile yeni bir yaratılışla ilgili bulunması itibarıyla, gerek üst tarafındaki yeni yaratılış, ve gerek aşağıda geleceği şekilde anlatılacak olan ahiret hallerine intikal açısından dikkate değer bir nüktesi de vardır. İbnü Cerir et-Taberî der ki: Arap dili bilginleri âyetinin mânâsında ihtilaf ettiler, bazıları bunun mânâsı dediler. Yani "Üzerinde kudret yürütüp tesir meydana getirmede daha yakın, kendisine daha çok malik ve tasarruf sahibiyiz." demektir. Bazıları da nefsindeki vesveseyi bilmekte daha yakın, demektir dediler. Yani zatın yakınlığı mânâsını anlayan olmadı. Ancak sözün gelişine göre bazıları kudretin tesiri, bazıları da ilim itibarıyla yakınlık mânâsını tercih ettiler.
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..
|