Müslim de "Esma ve Sıfat"da Beyhakî Ebu Zerri Gifarî (r.a.)'den o da, Resulullah (s.a.v)'tan o da, Cebrail (a.s.)'den o da, Allah Teâlâ'dan şu kudsi hadisi rivayet etmişlerdir: Allah Teâlâ buyurmuştur ki: "Ey kullarım! Haberiniz olsun ben zulmü kendime haram kıldım. Size de aranızda haram ettim. Binaenaleyh birbirinize zulmetmeyiniz. Ey kullarım: Sizler gece ve gündüz hatalar yaparsınız ben ise günahlarınızı mağfiretimle örterim, onlara ehemmiyet vermem. O halde benden bağışlanmanızı isteyiniz ki sizi affedeyim. Ey kullarım! Sizler hep açsınızdır, ancak benim doyurduklarım müstesnadır. Onun için benden isteyiniz ki size yiyecek vereyim. Ey kullarım! Sizler hep çıplaksınızdır, ancak benim giydirdiklerim hariç. Onun için benden giyecek isteyin ki sizi giydireyim. Ey kullarım! Sizin evveliniz, âhiriniz, ins ve cinniniz içinizden en temiz kalpli bir adam gidişinde de olsa, o benim mülkümde bir şey artırmaz. Ey kullarım! Sizin evveliniz, âhiriniz, ins ve cinniniz içinizden en kötü kalpli bir adam gidişinde de olsa, o benim mülkümden bir şey eksiltemez. Ey kullarım! Sizin evveliniz, âhiriniz, ins ve cinniniz hepiniz bir yere toplanıp benden isteseniz de ben sizden her isteyene istediğini versem o benim mülkümden yine bir şey eksiltmez. Denize bir iğneyi bir kere daldırmakla ne eksilir. Ey kullarım! Yalnız sizin amellerinizi size karşı korur, saklarım. Onun için hayır bulan hemen Allah'a hamd etsin, ondan başkasını bulan da kendisini kınasın."
"Ey iman edenler!" Bey'attan sonra bütün müminlere bir nasihat olan bu âyet, sûrenin mânâsını özetlemekle beraber sonunu başına döndürmek, ümitsizlikten sakındırmakla ahiret ve gelecek için arzu ve ümidi takviye etmek ve aynı zamanda Saf Sûresi'ndeki "kenetlenmiş yapı" mânâsını göstermek üzere bir hazırlıktır. Ey iman edenler Allah'ın gazab ettiği bir kavmi dost edinmeyin, onların dostluklarına tutunmayın, taraftarlık etmeyin ve herhangi bir şeylerine heves edip de yönelmeyin. Allah'ın gadab etmiş olduğu kavim ifadesinin ekseriyetle yahudiler hakkında kullanılmış olması cihetiyle, burada da yahudilerin kasdedildiği ileri sürülmüştür. Bundan sonraki sûrede İsrâiloğulları'ndan bahsedilmesi uygun görülmüş ise de bu, esasen onlarla dostluk içinde bulunan münafıklara yahut sûrenin yukarısı ile olan münasebetine nazarandır. Bu tabirle müşriklerin özellikle Kureyş müşriklerinin kasdedilmiş olması da muhtemeldir. Fakat nekre olarak zikredildiği için belirli ve bilinen bir topluluğu ifade etmiş olmayıp, belirtilen vasıflarla muttasıf olan her hangi bir kavmi kapsamış olması gerektir. Zira gadabın veya nehyin sebebi olmak üzere beyan edilen şu vasıf, onların ayırıcı vasıfları olarak durumlarını açıklamaktadır. Onlar ahiretten ümidi öyle kesmişlerdir ki, kabir halkından kâfirlerin ümidlerini kestikleri gibi ümidsizliğe düşmüşlerdir. Ahiretten ümidlerini kesmiş olanlar ise, İblis gibi fırsat buldukça her fenalığı yapar ve kendilerine yardaklık edenleri de ye'se düşürerek cehenneme sürüklerler.
İfadesinde iki anlam vardır. Birinci mânâda beyaniyedir ve kâfirlerin durumlarını açıklamaktadır. Buna göre âyetin mânâsı, "kabir halkından olan kâfirlerin ümidsizliği gibi" demektir. Çünkü ölüp kabre girmiş olan kâfirler cehennemdeki ebedi kalacakları yerlerini görmüşler ve ahiret nimetlerinden mahrum oldukları ortaya çıkmıştır. Böylece ne gelecekte bir şey kazanmak ne de geride kalan dirilerden bir yardım alma ihtimali kalmamış olduğundan her şekilde ümidleri kesilmiştir. İkinci anlamda ibtidaiyye olarak ye's fiiline bağlanır. Buna göre de, mânâ, "kâfirlerin kabir halkından ümidsiz olmaları, yani ölülerin dirilmesinden, hayatlarından ümid kesmiş bulunmaları gibi." demek olur. Kısacası, ümidsizlik bir küfürdür, Allah'ın gadabını davet eder. Nitekim Kur'ân'da "Zira kâfir kavimden başkası Allah'ın rahmetinden ümid kesmez." (Yusuf, 12/ 87) buyurulmuştur. Bu yüzden ahiretten ümidi kesmekten sakınılmalıdır Hak Teâlâ, kalblerimizi ümitsizlikten koruyup iman neşesi ve rıdvan ümidi ile doldursun.
Saff Sûresi Medine Döneminde İndi
Âyet Sayısı: 14
Saff Sûresi, Medine'de indirilmiş sûrelerdendir. Bu sûreye ayrıca "Havâriyyûn" ve "İsa Sûresi" isimleri dahi verilmektedir.
Âyet sayısı : On dörttür.
Kelime sayısı : İki yüz yirmidir.
Harf sayısı : Dokuz yüz yirmi altıdır.
Fâsılası : harfleridir.
Bu sûrenin nüzul sebebiyle ilgili üç rivayet vardır. Hakim ve daha başkaları Abdullah b. Selâm (r.a.)'dan sahih olarak şöyle bir rivayeti nakletmişlerdir. Abdullah demiştir ki: "Resulullah (s.a.v)'ın ashabından birkaç kişi oturmuş, "Acaba amellerin hangisi Allah yanında daha sevimlidir? Bilsek de onu yapsak." diye konuşuyorduk. İşte bunun üzerine Allah Teâlâ "Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbih eder. O, çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." âyetleriyle başlayan sûreyi inzâl buyurdu. Resulullah da bize bu sûreyi sonuna kadar okudu." Âlûsî der ki: "Bu hadis Şeyheyn'in (Buhârî, Müslim) şartı üzere sahih bir hadistir. Bunu, Ahmed b. Hanbel, Tirmizi ve daha birçokları rivayet etmişlerdir. Hatta Hafız İbnü Hacer demiştir ki: "Bu hadis, dünyada rivayet edilen müselsel hadislerin en sahihidir."
İkincisi, Dahhâk'tan yapılan şu rivayettir. Bazı gençler, savaşta şöyle yaptık, böyle yaptık diye yapmadıkları şeyleri söylemişlerdi. Bunun üzerine söz konusu sûre nazil oldu. Üçüncüsü, İbnü Zeyd'in rivayetidir. Buna göre "Münafıklar, müminlere biz sizdeniz ve sizinle beraberiz." dedikleri halde fiillerinde buna ters davranışlarının görülmesi sebebiyle bu sûrenin nazil olduğu söylenmiştir. Âlûsî, bu son rivayetin önceki iki rivayet kadar kuvvetli olmadığını beyan etmektedir.
Bu sûrenin kısaca anlamı, doğruluk ve sadakatle Allah yolunda cihada teşvik edip hazırlamak ve bu suretle önceki sûrenin mânâsı ve imtihan konusu olan nehiylerini te'kid etmek ve İslâm'ın geleceğini aydınlığa kavuşturmaktır. İmtihan Sûresi'nin sonunda ümidsizlikten sakındırılmak sûretiyle ahiret ümidi takviye edildiği gibi, bu sûrede de İslâm dininin bütün âlem önünde ortaya çıkışını ve yüceliğini ispat etmek için daha büyük imtihan devreleri geçirmek üzere müslümanlar cihad meydanlarında "Bünyân-ı mersûs" (sağlam bir yapı) gibi yer alacak şekilde nizam ve intizama davet olunarak, buna uyan müminlere başarı müjdelenecektir. Şöyle ki:
Meâl-i Şerifi
1- Göklerdekilerin ve yerdekilerin hepsi Allah'ı tesbih eder. O, üstündür, hikmet sahibidir.
2- Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?
3- Yapmayacağınızı söylemeniz, Allah yanında şiddetli bir buğza sebeb olur.
4- Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever.
5- Bir zaman Musa, kavmine: "Ey kavmim! Benim, Allah'ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz halde niçin beni incitiyorsunuz?" demişti. Onlar eğrilince, Allah da kalblerini eğriltti. Allah fasıkları doğru yola iletmez.
6- Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları! ben size Allah'ın elçisiyim. benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici olarak (geldim)." demişti. Fakat onlara apaçık delillerle gelince "Bu, apaçık bir büyüdür." dediler.
7- İslâm'a davet olunduğu halde Allah üzerine yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Allah zalim toplumu doğru yola iletmez.
8- Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoş görmese de Allah nurunu tamamlayacaktır.
9- O, Resulünü hidayet ve hak dinle gönderdi ki, müşrikler istemese de onu, bütün dinlerin üstüne çıkarsın.
"Ey iman edenler! niçin yapmayacağınız şeyi söylersiniz?" Nüzul sebebi olarak ilk sırada zikredilen Abdullah b. Selam rivayetine göre bu hitab, gerçek müminlere adaklarını yerine getirmenin lüzumunu hatırlatmaktadır. Yapmayacağınız bir şeyi adamayın, madem ki adadınız o halde sözünüzde durup adaklarınızı yerine getiriniz demektir. İkinci sırada zikrettiğimiz Dahhâk rivayetine göre yapmadığınız şeyi niye söylüyorsunuz? Müminlere yalan söylemek yakışır mı? tarzında bir kınamadır. Üçüncü rivayette ise, zâhirde mümin görünen münafıkları azarlama mânâsı vardır. Fakat bu iki rivayete göre 'de gibi mazi (geçmiş zaman) mânâsı gözetmek lazım geleceğine bakarak evvelki rivayette de belirtildiği şekilde, geleceğe aid adak mânâsını anlamak daha doğru görünmektedir. Onun için bu âyet ile adağın yerine getirilmesinin vacib olduğuna delil getirilmiştir. Yani aslı meşru olmakla beraber vacib olmayan bir fiil, adamakla vacib olur. O halde yapmayacağınız bir fiili adamayınız. Adayınca da onu hemen yerine getirin. Adaklarınız konusunda yalancı durumuna düşmekten son derece sakının.
3. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah'ın buğz ve nefret ettiği şeylerden olması itibariyle ne büyük bir kabahattir!
Makt, yukarılarda da geçtiği gibi şiddetli buğz, son derece nefret ve iğrençlik demektir. fiili bu nevi yerlerde gibi zem veya taaccüb mânâsı ifade eder ki, Kehf Sûresi'nde yer alan "bu söz ne büyük oldu.."(Kehf, 18/5) âyetinde de aynı anlamdadır. O halde Allah'ın en sevdiği ameli bilsek de yapsak diyen samimi müminler, Allah'ın buğzettiği kimselerden olmamak için, büyük söylememeli, yapamayacakları şeylere nezr etmemeli, nezr ettikleri takdirde de yapmalıdırlar.
4-5. Bundan dolayı Allah Teâlâ onların yapabilecekleri amellerden sevdiği bir ameli haber vererek buyuruyor ki haberiniz olsun ki Allah Teâlâ kendi yolunda sağlam bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever, Allah'ın sevgilisi olmak için müminlerin de böyle yapmaları gerekir. Dikkat edilmesi gereken bir husus da şudur ki, bu sûrede fâsılası (âyetin son harfi) ile yalnız bu âyete tahsis edilerek tekvücut olmanın önemine işaret edilmiştir ki, sûreye "Saff Sûresi" denilmiş olması da bunu göstermektedir . kurşunlu bina, parçaları kurşunla kenetlenerek yekpare bir cisim haline gelmiş olan sağlam bir bina demektir. İşte müminlerin sosyal durumları gerek Saffât Sûresi'nin başında ve gerek Fetih Sûresi'nde yer alan "Onlar, filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış ve gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider..." (Fetih, 48/29) âyetinde ifade edilen benzetme ve tasvir üzere sağlam bir irtibât ile bir diğerine bağlanmış kuvvetli bir yapı teşkil etmeli ve İslâm mücahidleri böyle birbirlerine kenetlenmiş tek bir saf halinde çarpışmalıdır. Şüphesiz bu benzetmede, ferdlerin cismen tekdüzen bir şekil ve nizam ile terbiye ve asayişleri konu edildiği gibi, kalben niyet ve imanlarının da bir kelime etrafında toplanacak ve birbirlerini sevip sayacak bir surette samimiyet ve kararlılıkta olması mevzu bahistir. Bazı müfessirlerin beyanına göre de bu âyette ordunun en önemli teşkilatının piyade olduğuna da işaret vardır. Çünkü süvari, donanma ve diğer birimlerde de her ne kadar cereyan ederse de en fazla saf harbi piyadede meşhurdur. Binaenaleyh askeri terbiyede hem fizikî düzene hem de din terbiyesi ile kalbî ve manevi birliğe itina gösterilmesi ve müminler arasında bu birlik ve sevgiyi bozacak ahlâksızlıklardan son derece kaçınılması gerekmektedir. Bunun yapılabilmesi için de gaye, güzel tayin edilmeli ve alçak maksatlar terkedilip Allah yolunda en yüksek ve en yüce gayeye yapışılmalıdır. Bundan dolayı harb meselesiyle ilgili olan sebepler, amiller, hedef ve gayeler izah edilerek İslâm dininin ortaya çıkış hikmeti anlatılmak üzere semavî dinlere şöyle bir geçit resmi yaptırılarak buyuruluyor ki düşünün o zamanı ki Musa kavmine, yani İsrâil oğullarına demişti. Bana niçin eziyet ediyorsunuz? Halbuki benim size Allah'ın elçisi olduğumu biliyorsunuz. Bu âyetle yahudilerin Peygamberlere küfür ve isyan etmelerinin öteden beri sürüp gelen âdetleri olduğu ve hep o âdetin günahını çektikleri anlatılmış olmaktadır. Hz. Musa'ya yaptıkları eziyetlerin tafsilatı Bakara Sûresi'nde geçmiş. Özellikle zorbalara karşı savaşmada "Şu halde sen ve Rabbin gidin savaşın: biz burada oturacağız." (Maide, 5/24) dedikleri ve neticede şaşkınlığa düştükleri Mâide Sûresi'nde zikredilmektedir. Vakta ki böyle zeyğ ettiler, haktan meyl etmek suretiyle yamukluk edip eğri gittiler. Allah da kalplerini yamulttu. Yani eğriltti, eğriliği kalplerine tabiat yaptı. Bundan dolayı hep eğrilik düşünürler, eğri giderler, hak söz kendilerine tesir etmez ve doğru yola yanaşmazlar. Allah da dinden çıkmış fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez, muvaffak kılmaz, muradlarına erdirmez. İşte müslümanların savaş için hazırlanmalarının sebeplerinden birisi böyle hak dinlemez, bozulmuş fasıklar topluluğunun ruh halleridir.
6. Nitekim kalplerinin eğriliklerinden dolayı İsa'yı da kabul etmediler, kabul ettik diyenler de sözlerini tutmadılar. O vakti düşünün ki: Meryem oğlu İsa şöyle demişti: Ey İsrailoğulları, Musa (a.s) baba tarafından İsrail oğullarından olduğu için onlara, ey kavmim diye hitab etmişti. İsa (a.s.)'nın ise babası olmadığı için ey İsrail oğulları dedi. Haberiniz olsun ki ben size Allah'ın elçisiyim önümdeki Tevrat'ı tasdikçi ve benden sonra gelecek bir Resul'ün müjdecisi olarak gönderildim ki o Resul'ün ismi, Ahmed'dir. Burada Ahmed isminin özel bir isim olması da, mânâsı da kasdedilmiş olabilir. Yani adı son derece övgüye layık ve pek güzel demek de olabilir. Zira Hz. İsa'nın müjdelemekle emredildiği Hz. Peygamber (s.a.v)'in bir ismi de Ahmed'dir. Onun Muhammed ismi de Ahmed ismi gibi, aynı hamd maddesinden olarak en güzel ve övülecek ismidir. Mamafih burada Ahmed isminin bizzat kendisinin kasdedilmiş olması daha doğrudur. Nitekim İmam Mâlik, Buhârî, Müslim, Darimî, Tirmizî ve Nesaî Cübeyr b. Mut'im (r.a.)'den şöyle rivayet etmişlerdir. Resulullah (s.a.v) buyurdu ki: "Benim çeşitli isimlerim vardır. Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im, ben toplayıcıyım, insanlar benim ayaklarım üzere toplanacaklardır. Ben mahvediciyim ki, Allah benimle küfrü mahvedecektir. Ve ben sonuncuyum."(1)
Âkıb, kendisinden sonra Peygamber gelmeyen "son Peygamber" demektir. Hz. Hassan'ın şu beyti de Ahmed isminin Resulullah'ın bir ismi olduğunu ifade etmektedir.
Yani "Allah Teâlâ, O'nun arşını kuşatmış olan melekler ve bütün temizler mübarek Ahmed'e salât getirmişlerdir." Ahmed lafzının, aslında hamd ederim mânâsına fiili muzâri nefs-i mütekellim vahdeh sigasından nakledilmiş olması da düşünülebilirse de, daha doğru olan ism-i tafdil olmasıdır. İsm-i tafdillerde asıl olan fâil mânâsı ise de, "daha meşhur" anlamına gelen "eşher" gibi ism-i mef'ûl mânâsını da ifade edebilir. "Tekrar güzeldir." tabirinde olduğu gibi, Ahmed lafzının övülmekte üstünlük mânâsına kullanıldığı da bilinmektedir. Şayet hamidiyyetten olursa bu durumda "en fazla hamd eden" mahmudiyyetten olursa o zaman da mânâsı, "en ziyade hamd ve medhedilen" demektir. İsim olması durumunda da bu anlamların birinden nakledilerek o isimle çağırılan zât kasdedilmekdedir. Bu âyette Hz. İsa'nın peygamberliğinin hikmeti olarak şu iki şeyi söylediği beyan edilmiştir: Birisi, kendisinden önce gelen Tevrat'ı tasdik etmesi, diğeri de kendisinden sonra gelecek olan Ahmed'i müjdelemesidir. Tevrat'ı tasdik etmesi, hükümleri yönüyle düşünülebilse de ihbar (haber verme) itibariyle olması daha doğrudur. Zira Tevrat'ta hem Mesih'e hem de Son peygamber Hz. Muhammed'e dair haberler vardı. Bu yüzden Hz. İsa'nın gelişi, hem Mesih'e ait haberlerin doğruluğunu ispat etmiş hem de son Peygamber'i müjdelemek suretiyle o konudaki haberleri tasdik etmiştir. Ancak yahudiler, Hz. İsa'yı inkar ettikleri gibi hıristiyanlar da bu müjdeyi kısmen inkar ve kısmen değişik şekilde te'vil ederek haksızlığa sapmışlar ve eldeki mevcut İncillerin böyle bir şeyden bahsetmediğini iddia edecek kadar ileri gitmişlerdir. Şayet Hz. İsa'ya verilmiş olan İncil de Kur'ân gibi aynen korunmuş olsaydı, bu müjdenin İncil'de zikredilip edilmediğini anlamak mümkün olurdu. Mamafih Bakara Sûresi'nde de geniş bilgi verildiği gibi elde mevcut olan Ahd-i Atik ve Ahd-i Cedid kitablarında buna dair deliller hiç de az değildir. Mesela Ahd-i Cedid'de Resullerin işlerinin üçüncü bâbında: Musa ecdâdımıza, "Rabbiniz Allah size birâderlerinizden benim gibi bir Peygamber ortaya çıkaracaktır. Onu, size söyleyeceği bütün işlerde dinleyiniz. Ve kavmim arasından her kim o Peygamberi dinlemezse mahvolacaktır." dedi. İsmail ile ondan sonra gelen peygamberlerin hepsi dahi bu günleri müjdelemişlerdir diye de zikredilmiştir. Musa gibi olan bu gelecek peygamber, İsmail'den de söz edilmesi karinesiyle belli ki, peygamberlerin sonuncusu Muhammed Mustafa (s.a.v.) idi. İsa (a.s) onu tasdik etmiş ve geleceğini müjdelemişti. Hıristiyanlar bunu İsa (a.s.)'nın kendisine hamletmek istemişlerse de İsa (a.s.) Musa gibi harbetmekle emredilmiş bir peygamber değildi. Alûsî söz konusu âyetin tefsiri esnasında İncillerden bahsederken şunları söyler: "Hıristiyanların yanında dört İncil vardır.
Birincisi, Mata İncili'dir ki, on iki havariden biri olan Matta, Hz. İsa'nın göğe çıkarılmasından sekiz sene sonra Filistin'de Süryani lisanı ile cemetmiştir. Altmış sekiz bölümdür.
İkincisi, Markos İncili'dir ki yetmişlerden olan Markos, İsa'nın ref'inden on iki sene sonra Roma'da Efrenci (yani Latin) lügatı ile toplamıştır. Kırk sekiz bölümdür.
Üçüncüsü, Luka İncili'dir. Luka da yetmişlerden olup İskenderiye'de Yunanca olarak cem etmiştir. Seksen üç bölümdür.
Dördüncüsü, Yuhanna İncili'dir ki Hz. İsa'dan otuz sene sonra Rum beldelerinden olan Efsus şehrinde, Yuhanna tarafından cem edilmiştir. Bölümleri, Kıbti nüshasında otuz üçtür. Bu İnciller çeşitlidir. Bunların muhtevalarında bazı yerler vardır ki, vicdan bunların ne Allah sözü ne de İsa (a.s.)'nın sözü olduğuna şahitlik etmez. Mesela kendi kanaatlarınca İsa (a.s)'nın çarmıha gerilmesi ve kabrine defnedildikten sonra göğe çıkarılması kıssası gibi ki, bunlar bazı büyükler ve salih kimseler hakkında telif edilen hal tercemesi kitabları gibi İsa (a.s)'nın doğumu, göğe yükseltilmesi ve bazı halleriyle, bir kısım sözlerini şerh yollu yazılmış tarih ve biyografik eserlere benzerler. Binaenaleyh İsa (a.s)'nın Kur'ân'da haber verilen beşikte konuşması ve Hz. Muhammed'i müjdelemesi gibi diğer bazı hal ve sözlerini bu İncillerin ihmal etmiş olmaları Kur'ân'ın beyanına karşı hiç bir zarar vermez. Bununla beraber insaf ile hareket eden ve taassubu bırakıp doğru yolda gidecek olan kimseler için bu İncillerde dahi o müjdeye dair sözler vardır. Yuhanna İncili'nin on beşinci bölümünde Yesu' Mesih demiştir ki: "Pederin göndereceği Hak ruhu Faraklit size her şeyi öğretecektir." Yine Mesih demiştir ki: "Beni seven sözlerimi ezberler, Pederim de onu sever ve ona varır, katında yer tutar. Ben bunu size söyledim. Çünkü ben sizin yanınızda ikâmet etmiyorum. Pederin göndereceği Ruhu'l-Kudüs Faraklit, size her şeyi öğretecek ve benim söylediğim sözleri hatırlatacaktır. Size selamımı emanet bırakıyorum, kalbleriniz ızdırap içinde olmasın. Telaş etmeyin.
Ben gideceğim ve size döneceğim. Beni seviyor olsanız benim Pedere gitmemle sevinirdiniz." Ve demiştir ki: "Benim Pedere gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü ben gitmesem Faraklit size gelmez, amma gittiğimde onu size gönderirim. O geldiği vakit de âlemi, günahtan dolayı kınayacaktır. Size söylemek istediğim daha çok söz vardır lakin siz onlara tahammül edemeyeceksiniz. Fakat o Hakk'ın Ruhu geldiği zaman sizi Hakk'a irşad edecektir. Çünkü o, kendiliğinden söylemez, ne işitirse onu söyler> ve bütün geleceği haber verir ve Pedere ait olanın hepsini size tarif eder." Bir de (ondördüncü babda) demiştir ki: "Eğer siz beni seviyorsanız benim tavsiyelerimi ezberleyiniz ve ben Pederden, ebediyyen beraberinizde sabit kalacak diğer bir Faraklit vermesini dileyeyim. O Hak Ruhunu ki, âlem onu kabul etmeye güç yetirmedi. Çünkü onu tanımadılar. Ben sizi yetim bırakmam. En yakın zamanda size geleceğim." Alûsî bunları naklettikten sonra da der ki: "Faraklit kelimesi, hamdi gösteren bir kelimedir. Gözlerini taassub perdeleri bürümemiş olanların nazarında İsa (a.s)'nın bu sözünden Ahmed (s.a.v)'in kasdedildiği anlaşılır. Hıristiyanların bazısı bunu "Hammâd", bazısı da "Hamid" diye tefsir etmişlerdir. Bunun delaletinden de aleyhisselatü vesselamın Ahmed (yahut Muhammed) ismine işaret var demektir. Diğer bazı hıristiyanlar da onu, muhallıs (kurtarıcı) diye tefsir etmişler ve buna İsa (a.s.)'nın başka bir sözünde "Allah size diğer bir halaskâr gönderecektir." demiş olmasıyla delil getirmişlerdir. Bu cümlede de Peygamber'in risaletine hamd ismiyle değilse de kurtarmak ve yardım etmek ünvanıyla işaret edilmiştir. Hıristiyanlardan bir kısmı da Faraklit Hz. İsa'nın öğrencilerine gökten inmiş olan ateşli gönüller olup bir takım alâmetler ve acaib işler yapmışlardır diye zannedilmiştir. Lakin "diğer bir Faraklit" diye başka bir vasıfla tavsif edilmiş olması bu anlayışa müsait görünmez. Zira İsa (a.s.)'dan sonra onlardan önce diğer birisi geçmiş değildir."
Faraklit kelimesi hangi dildendir? Müfred midir, mürekkeb midir? İbranice midir, değil midir? Bu konulardaki ihtilaflar ve mânâlarına ait bazı bilgiler Bakara Sûresi'nde geçmişti. Eski İncil tercemelerinde bu kelime Faraklit (veya Paraklit) diye aynen muhafaza edilerek ifade edilirken yakın zamanlarda basılmış olan İncil tercemelerinde "teselli edici" diye zikredilmiştir. Mesela bin dokuz yüz yirmi (1920) tarihiyle İstanbul'da Matyosyan Agop Matbaası'nda basılan nüshasında yukarıdaki sözler hep "teselli edici, yani hakikat ruhu" diye terceme edilmiştir. Ve bazı kayıtlarda da tuhaf şekilde değiştirilerek ifade edilmiştir. Mesela, Yuhanna'nın ondördüncü babında şöyle denilmiştir: "Ve ben Pederden dilerim, O dahi sonsuza kadar sizinle beraber olmak üzere size diğer bir teselli edici, yani hakikat ruhunu verecektir. Bunu dahi dünya görmediği ve tanımadığı için kabul edemez. Amma siz onu tanırsınız. Zira yanınızda bulunup gönlünüzde olacaktır." On beşinci babında da "Amma şeriatlerinde bana sebepsiz buğzettiler diye yazılı olan sözün tamamlanması için böyle oldu. Fakat Peder tarafından benim göndereceğim teselli edici, yani Pederden çıkan hakikat ruhu geldiği zaman benim hakkımda o şehadet edecektir. Ve siz dahi şehadet edersiniz. Zira başlangıçtan beri benimle berabersiniz." denilmiştir. Bu yeni tercemeciler "paraklid" kelimesinin Yunanca "teselli edici" mânâsına olduğunu söylüyorlar ve ruhu'l-hak tâbiri yerine de hakikat ruhu diyorlar. Bu suretle tercemeden tercemeye değiştirilerek aslı kaybolmuş bu İncillerle, Kur'ân'ın açık beyanına karşı çıkılmak istenilmesi hak ve adalet fikriyle uyuşmayacağı gibi, insaf sahibi kişilerin Kur'ân'ın haber verdiği bu müjdenin, te'vil edilmiş bir şekilde bile olsa itiraf edildiğini görürler. Fatih Kütüphanesi'nde bu mesele ile ilgili bir risale görmüştüm ki, bir papaz İncillerdeki faraklit müjdelerinin, Kur'ân'ın bu âyetinde haber verilen "Benden sonra gelecek olan Ahmed isimli bir peygamberi müjdeleyici olarak." müjdesi olduğuna kanaat getirerek müslüman olmuş ve bu hususa dair bir risale yazmış olduğunu söylüyordu. Fikir sahibi bazı kişiler de bu mesele hakkında İncil (Avangel) kelimesinin asıl mânâsını araştırmak istemişler ve bu kelimenin esasen müjde anlamına geldiğini ve hakikatte Hz. İsa'nın davetiyle bütün İncillerin özet olarak beyanının, gelecek bir Resul ile İlâhî Saltanatı müjdelemekten ibaret bulunduğu görüşünde birleştiklerini ifade etmişlerdir.
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..
|