Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Talak Suresi Açıklamalı Tefsiri
Tekil Mesaj gösterimi
  #4  
Alt 03.07.18, 00:14
Havasokulu Havasokulu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 14,906
Etiketlendiği Mesaj: 900 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Dördüncüsü, de şu meseleyi ayrıntılarıyla anlatmak içindir: Doğurduktan sonra çocuğu şayet sizin için yani siz babaların hesabına emzirirlerse o vakit onlara emzirme ücretlerini verin. Buna göre çocuk dünyaya gelince ona baktırmak, infak etmek vazifesi esas itibariyle babalara aittir. Murdıayı, yani emzirecek süt anayı baba tutacak, masrafını baba verecektir. Ananın da hıdane, yani çocuğu kendi kucağında bulundurup ona fiilen bakma hakkı vardır. Çocuğun hakkı da evvela ana sütünü emmektir. Onun için boşanmış olan ana, çocuğa bakma hakkını kullanıp da babanın hesabına olarak ücretle o çocuğu emzirecek olursa, babanın o çocuğu ondan almayıp süt emzirme ve bakım ücretini vermesi gerekir. Yok eğer babası hesabına değil de ana kendi hesabına emzirecek olursa o zaman babanın çocuğun anasına ücret vermesi gerekmez. Yalnız baba, emzirme ücretinin dışında giyim ve diğer masraflarını verir ve bütün bunların aralarında kararlaştırılması lazım gelir. Onun için buyuruluyor ki Ve iyilikle, yani iki tarafın durumuna uygun ve çocuğun menfaatını gözeterek güzel bir şekilde, ne baba tarafından cimrilik, ne ana tarafından zorluk gösterilmeksizin, aranızda müşavere edin, gereken ücreti ve çocuğun nafakasını kararlaştırın, boşanıp ayrıldık diye küsüp birbirinize zorluk çıkarmayın ve eğer birbirinize zorluk çıkaracak olursanız baba cimrilik edip gerekeni vermez veya ana fazlasını ister, emzirmeye nazlanır veya emzirmek istemezse o zaman onu babanın hesabına diğer bir emzikçi kadın emzirecektir. Emzikli bir kadın tutulacaktır. Baba diğer bir süt anası bulup emzirtecek ve ona gereken ücreti vermeye mecbur olacaktır. Bu takdirde ise ana çocuğuna analık etmemiş, şefkat duygusu beslememiş, Allah'ın kendisine vermiş olduğu sütü yavrusundan esirgeyip fazla para ile satmak alçaklığına düşmüş olacağı gibi, çocuğunu anasından esirgeyen ve gücünün yetebileceği ücreti vermeyip zorluk çıkarmış olan baba da, evladını hem yabancı ellere düşürmeye sebebiyyet vermiş hem de yine ücret ve nafaka vermeye, belki anasına vermek istemediğinden fazla vermeye mahkum olacaktır. Ancak çocuk anasından başka kadının memesini almadığı takdirde onu emzirecek diğer bir kadın bulunanamış demek olacağından, bu durumda çocuğun ölümüne meydan vermemek için ana takdir edilecek bir ücrette emzirmeye hakim tarafından zorlanır.

7-11. Genişliği bulunan kimse genişliğinden infak etsin, bu âyet bütün nafaka meselelerinde uygulanabilir bir hükümdür. Yani emredilen infaklardan hangisi olursa olsun infak ile sorumlu bulunan kimsenin, hali vakti müsait olup da malca genişliği varsa genişliğine göre nafaka versin. Bütün genişliğini versin değil, genişliğinden yani "Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar." (Furkan, 25/67) âyetini unutmayıp ne israf ederek ne de kısarak değil, orta bir yol tutarak uygun olanı versin rızkı kısılmış olan kimseler de Allah'ın ona verdiğinden infak etsin; orta halli olan orta halli, az olan da az versin. Çünkü Allah kimseye verdiklerinin dışında bir şey teklif etmez; her hususta böyle olduğu gibi infak teklifleri de böyledir. Zengin zenginliğine göre, fakir de fakirliğine göre sorumlu olur. Borç bulabilirse sonradan vermek üzere iyi niyetle borç eder. Bu da bir bakıma Allah'ın ihsanı sayılır Allah bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır. Binaenaleyh fakirler ve fakir aileleri de bulabildiklerine kanaat ederek ve sabrederek ilerisi için Allah'tan ümidi kesmemeli, zenginler de böylelerini ihmal etmemeli, zekat, sadaka ve yardımlarıyla gözetmeli, zengin ve fakir hepsi Allah'tan korkarak çalışmalıdırlar.

Kadın, aile ve infak işlerinde bozukluk, ahlâksızlık, idaresizlik, Allah'ın emirlerine isyan ile haksızlık ve azgınlığın; bir toplumun, bir medeniyetin bir memleketin yok edilmesine yol açan sebeplerden olduğu anlatılmak suretiyle bu sûrede yer verilen hükümlerin bir taraftan önceki Teğâbun Sûresi'ne bir taraftan de gelecek olan Tahrim Sûresi'ne bağlanmak üzere buyuruluyor ki:

Meâl-i Şerifi

8- Nice kent var ki Rablerinin ve O'nun elçilerinin emrine başkaldırdı, biz de onları çetin bir hesaba çektik ve onlara görülmemiş şekilde azab ettik.

9- İşlerinin vebalini tattılar. İşlerinin sonucu tam bir hüsran olmuştur.

10- Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O halde ey inanan akl-ı selim sahipleri! Allah'tan korkun, Allah size bir uyarıcı gönderdi.

11- Size Allah'ın açık açık âyetlerini okuyan bir elçi (gönderdi) ki inanıp faydalı işler yapanları, karanlıklardan aydınlığa çıkarsın. Kim Allah'a inanır ve yararlı iş yaparsa (Allah) onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. Allah ona gerçekten ne güzel rızık vermiştir.

12- Allah O'dur ki yedi göğü ve yerden de onlar kadarını yarattı. Emir bunlar arasında iner ki Allah'ın her şeye kâdir olduğunu ve Allah'ın bilgisinin, her şeyi kuşattığını bilesiniz.

8. Yukarılarda da geçtiği gibi karye, Kur'ân'da köy, şehir, ve memleket gibi cemiyyet ve medeniyyet mahalli olan yerlere ve halkına denir. Bu kelime esasen toplanmak mânâsından alınmıştır. Rağıb der ki: "Karye, insanların toplandıkları yerin ve insanların tamamının ismidir ve bu mânâlardan her biri için kullanılır." "Şehre sor.." (Yusuf, 12/82) âyetindeki "karye" kelimesini müfessirlerin çoğu, şehir halkı diye tefsir etmişlerdir. Bazıları da demiştir ki: "Hayır burada karye, kavmin kendisidir." "Allah öyle bir kenti misal olarak anlattı: Güven içinde, huzur içinde idi; her yerden rızkı bol bol kendisine geliyordu.." (Nahl, 16/112), "Nice şehirler var ki... " (Muhammed, 47/13) âyetleri bu minval üzeredir.

"O kurayı helak edecek değildi." (Hûd, 11/117) sözünde ki kura da o, medeniyyet yeri olan şehrin, memleketin ismidir. "O kura halkı..." (A'râf, 7/96); "Şu, halkı zalim olan karyeden.." (Nisâ, 4/75) âyetleri de böyledir. Kadılardan biri Ali b. Hüseyn (r.a)'in yanına gelip Allah Teâlâ'nın "Onlarla, içinde bereketler yarattığımız memleketler arasında, görünen şehirler var ettik..." (Sebe', 34/18) âyetinden haber ver, bunun hakkında âlimlerimiz yani ehl-i beyt âlimleri ne diyorlar? diye sormuş. Onun da cevaben Mekke dediğinin hikayesi şöyle nakledilmiştir: "Sonra gördün mü? dedi. "Neyi" dedim. "Ancak adamları kasdetti." dedi. Bunun üzerine ben "O Allah'ın kitabında nerede?" diye sordum. Cevaben dedi ki: "Allah Teâlâ'nın "Nice kentler, Rablerinin ve O'nun elçilerinin emrine başkaldırdı..." kavlini işitmedin mi?" Kısacası burada karye, bir medeniyet merkezi olan şehir, hatta şehirlerin oluşturduğu memleket halkı, kavim veya hükümdarlar mânâsına "şehir halkı" demektir. Çünkü Allah'ın ve peygamberlerinin emirlerine karşı gelerek isyan etmek, mekanın değil, o mekanda bulunanların işidir. Azabı tadan onlardır. Onların yüzünden memleketlerinin de harap olduğuna işaret için karye denilmiştir. Azgınlık, dikbaşlılık demek olan utüvv'den bir zikir, hiç unutulmayıp gereğince amel edilmesi lazım gelen bir öğüt, Kur'ân, yahut bir müzekkir; öğüt verici, ihtar ve nasihat edicidir. Bu surette yukarıdaki zikri beyan etmektedir, evvelki surette ise, "Bir peygamber gönderdi." mânâsıyla inzalden bedeldir. Resulden murad, Resul-i Ekrem Muhammed Mustafa (s.a.v)'dır. "Resul" kelimesindeki tenvin, yücelik ifade etmektedir. Peygambere nazaran Resul de, Cibril'dir.

12. "Allah O'dur ki, yedi gök yarattı." Sema, esasen yüksek demek olup yer üzerinde duran kimselerin baş tarafını kuşatan yüksek âlemlerin ismidir ki Türkçe'de buna gök denilmektedir. "Seb'a semavat" "yedi gök" tabiri, yedi göğün varlığını ifade etmekte kesin olmakla beraber, daha ötesinin yokluğunu göstermez. Yani fazlalığı ortadan kaldırmaz. Çünkü müfessirlerden çoğunun zikrettiği ve Usul ilminde de beyan edildiği üzere sayıların mânâsı, karine (alâmet) bulunmadıkça, muteber olmayan mefhum-ı muhalif (zıt mânâ) cümlesinden sayılmaktadır. Kitap ve sünnette de yedi göğün daha ötesinin bulunduğuna işaret eden deliller vardır. Ayetü'l-Kürsî, Kürsî'nin göklerden ve yerden daha geniş olduğunu gösterdiği gibi, Kürsî'nin de Arş'ın içinde, sahradaki bir halka gibi olduğunu ifade eden hadisi de bilinmektedir. Gökler o kadar geniştir ki, "Seb'a semavat" tabiriyle hepsinin genel görünümü kasdedildiği surette yere ışığı yetişebilen bütün yıldızların sahası, dünya göğü denilen en aşağısından ibaret kalır. Nitekim "Biz yakın göğü bir zinetle yıldızlarla süsledik." (Saffât, 37/6) âyetinin tefsirinde bu hususa işaret edilmişti. Fakat sayı mânâsı hesaba alınmayarak "seb'a semavat" denildiği zaman da ilk akla gelen mânâ umumiyetle, bilinen yedi gezegenin yörüngeleriyle ayırdedilen bölgelerdir. Güneş iki husustan dolayı bunların ortasında mütalaa edilir. Gerek yer ve gerek güneş bakımından üçü yakın, üçü de uzaktır. En uzakta bulunan Zuhal mıntıkası ve daha ötesi, yedinci demektir. Bunların böyle yedi sayısı ile ifade edilmesinde hem umumiyetle bilinenleri göstermek, hem de ötede bulunan güneşin merkeziyetine bir işaret vardır. Şu halde Zuhal'in ötesinde Uranus ve Neptun gibi daha başka gezegenler bulunması, yedi göğün varlığını bozmayacağı gibi "yedi gök" âyeti de de gerek mefhum-i muhalifin (zıt mânânın) muteber olmaması ve gerek onların da zikredilen nüktelere dayanan yedinci gök sınırında itibar edilebilmesi haysiyyetleriyle daha başka gezegenlerin bulunabilmesine engel olmaz. Evet iman edip yararlı işler yapan müminleri altından ırmaklar akan cennetlere ebedi olarak koyacak, kendilerine güzel güzel rızıklar ihsan edecek olan Allah, O Allah'tır ki, yedi göğü yaratmıştır. Yerden de onlar kadarını yaratmıştır. Buradaki in hem beyaniyye hem de ibtidaiyye olması mümkündür. Misliyyette de sayıda, yani yedilikte bir benzemenin olduğu açıkça görünürse de "İş bunlar arasında iner.." (Talak, 65/12) beyanından anlaşıldığına göre vasıfta da bir benzeme ihtimali söz konusudur. Müfessirlerin çoğunluğu, in beyaniye, benzemenin sayıda ve bazı vasıflarda olduğunu kabul ederek ve bazı hadislerden de delil getirerek demişlerdir ki: "Yedi gök olduğu gibi yedi de yer vardır. Her birinin arasında yer ve gök arası kadar bir mesafe ve her arzda Allah'ın mahlukatından yaratıklar vardır. Bizim anlayacağımıza göre esasen gezegenlerden her biri kendi göğü dahilinde bir arz gibidir ve onlarda da Allah'ın yarattığı canlılar vardır. Ancak buralarda insanın olup olmadığını Allah bilir. İbnü Abbas'tan gelen bir rivayette "Yedi arz denizlerle ayrılmıştır ve hepsini gök kaplar." denilmiş olması da bu anlamda olmalıdır. Denizlerle kasdedilen de, hava ve buhar gibi "kör dalgalar" da denilen hava denizlerinin olması gerektir ki, İbnü Abbas da bu gök denizlerinden söz etmiştir. Ancak bu ifadenin Asya, Afrika, Avustralya, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Kuzey kutbu ve Güney kutbu kıtaları gibi yerin az çok denizle ayrılmış olan kıtalarına işaret etme ihtimali de vardır. Dahhak gibi diğer bazı müfessirler de yedi arz tabakası arasında açılma olmaksızın, tabaka tabaka birbirlerine benzer olduklarını söyleyerek "Yerden de onlar kadarını..." âyetinde de bu şekilde arzın tabakalarına işaret edildiğini ileri sürmüşlerdir. Bazıları da "akalim-i seb'a" "Yedi bölge" diye tabir ettikleri eski bölge taksimatına ihtimal vermek istemişlerdir. Ebu's-Suud'un naklettiğine göre Kurtubi demiştir ki: "Önceki, yani her arz arasının, yer ve gök arası kadar bir mesafe ile açık olması en doğru bir görüştür. Çünkü Buharî ve diğer kaynaklarda rivayet edilen haberler bu görüşün doğruluğunu göstermektedir ki şu haber de bu cümledendir." "Hz. Peygamber (s.a.v) girmek istediği herhangi bir yerleşim birimini gördüğü anda hemen şöyle derdi: "Ey O yedi göğün ve onların kapladığı şeylerin Rabbi, hem yedi arzın ve onların taşıdıkları şeylerin Rabbi, hem şeytanların ve onların aldattıkları şeylerin Rabbi hem rüzgarların ve savurdukları şeylerin Rabbi olan Allah'ım! Senden bu şehrin (köy veya kasabanın) hayrını ve halkının hayrını ve onun içinde bulunan kimselerin hayrını dileriz. Ve onun şerrinden ve halkının şerrinden ve onun içindekilerin şerrinden sana sığınırız."

Kur'ân'da bu âyetin dışında arzın yedi tabaka olmasına işaret eden başka bir âyet görülmüyor. Yer ve göğü konu edinen âyetlerde bazen diye ikisi de müfred olarak zikredilmiş olmakla beraber çoğu zaman şeklinde gökler çoğul, arz ise hep tekil olarak getirilmiştir. "Yedi arz" ifadesine ise ancak hadis ve haberlerde rastlanmaktadır. Bu arada delil getirmeye uygun olmayacak derecede gayr-i sahih (sahih olmayan), garib, zayıf, mevzu (uydurma) ve bazen de temsili bir takım haberler de yok değilse de, Kurtubi'nin dediği gibi muhaddislerin sahih kabul edip rivayet ettikleri hadisler de mevcuttur. Bu sahih haberler söz konusu âyetin işaretiyle birleşince, arzın birden fazla olduğunu kabul etmek doğru olur. Böyle iken Kur'ân'ın diğer âyetlerinde "gökler ve yer" denildiği gibi bu âyette de "yerden" diye arz müfred olarak getirilmiş de "gökler kadar yerler" veya "yedi gök ve yerler" denilmemiş olmasının hikmetini de düşünmek gerekir.

Allah bilir ya bunun nüktesi şu olabilir: Gök, yükseliş meydanı, yükselme sahası olan üst tarafı; arz, ağırlık menzili ve düşüş yeri olan alt tarafı işaret etmektedir. Emrin iniş hükmüne göre hikmet ölçeğinde her oluşum için iniş ve düşüş merkezinin bir noktadan ibaret olması sebebiyle bize göre altımızda bir iniş noktası, düşüş ve ağırlık, merkezi olan arzımız tek olup buna karşılık tepemizde duyularımıza yansıyan, ruh ve şuurumuza delil ufuklarından doğarak kalbimizi şahidler ötesindeki gayb hakikatine yükseltmek veya yere indirmek için kuşatıp çırpındıran gökler birden fazladır. Böylece, cisimlerin hangisinden bakılsa yine yeri teşkil eden arz bir ve onu çepeçevre kuşatan gökler birden çoktur ve bunların hepsi de Allah Teâlâ'nın ilim ve kudretiyle ihata edilmiştir. Onun için ifadeye öyle bir şekil verilmiştir ki bir zemin üzerinde türlü türlü manzaralarıyla bakışları kuşatan ve neresinden bakılsa bakış noktası gözetilmek şartıyla yüksek hakikatler arzeden yedi gök gibi şekil ve tabakaları ihtiva etmektedir.

Beyaniyye olduğuna göre "el-Arz"dan maksat, lâmın cins için olup arz cinsini ifade ettiğini, bu cinsin yahut bazısının yedi göğe olan benzerliğini ve o yedinin bizim arzımızla olan cins birliğini anlatır. Bu yöndeki benzerliğin yalnız sayıdan ibaret kalmayıp, bazı hususi vasıflarda da olduğu anlaşılmaktadır. En sahih olarak kabul edilen bu ihtimale göre, arzımızın gezegenlerle, gezegenlerinde arzımızla bir cins birliği ve göklerle de bir benzerliği bulunduğu neticesi, ortaya çıkar. Bundan da arzımızın bir gezegen ve gezegenlerin az çok arzımız gibi, kendi âlemlerinde birer ağırlık merkezi, bazı yaratıklara mesken ve bazı eserlere konak yeri olan maddî ve en azından maden ve nebatları içeren birer cisim oldukları sezilebilir. İkinci bir ihtimal de, "el-Arz"daki "Lâm"ın ahd için olup arzın, yalnız bizim arzımızdan ibaret olduğunu ifade eder ve buna nazaran da arzımızın kıtaları, tabakaları ve bölgeleri itibariyle yedi göğe benzerliğini gösterir. Ki bu da bizi birçok araştırma yapmaya sevkeder. Bu mânâlarda in ba'ziyyet mânâsı da düşünülüp düşünülmemesine göre de birer fark meydana gelir. Bizce bu anlamların hepsi doğrudur.

Diğer bir ihtimal de in ibtidaiyye olmasıdır ki müfessirlerden buna karşı çıkanı görmedim. Bununla beraber lisan itibariyle bunun da doğru olabileceğinden şüphe etmiyorum. Bu surette de "Onu topraktan yarattı, sonra "Ol" dedi, artık olur.." (Al-i İmrân, 3/59) ve "Sizi ondan yarattık..." (Tâhâ, 20/55) âyetleri kabilinden olarak arzdan insanın yaratılışını ve onun nefsinde, üstündeki gökleri hususi ve mantıklı bir şekilde cisimlendiren ve düşündüren şuur ve idrak görüntülerinin yaratılışını ifade etmiş olur ki bu da beş duyu, akıl ve vahiyle birlikte yediden aşağı değildir. Ve yedi gök tabakasının böyle birbirine uygun olan ruhi işlere ait mertebelere göre düşünülmesi gibi bizim için pek önemli olan bir bakış açısını da gösterir ki, göğe ait haberlerde tasadüf edilen sözleri bir dereceye kadar tasavvur edebilmek için bunun faydası vardır. Aralarına yavaş yavaş emir iniyor "Ve her göğe emrini vahyetti..." (Fussilet, 41/12) buyurulduğu şekilde o yedi gökle arzdan da bir o kadarı arasında, gerek hepsine ve gerek her biriyle ilgili olan, umumi, hususi bütün hareket ve sükunları, hadise ve işleriyle tedbir ve idarelerine, kısacası kaza ve kaderleriyle alakalı olan ilâhî emir ve Rabbani vahiy inip duruyor. Buradaki kelimelerine de dikkat etmek gerekmektedir. Bunda bizim arzımızla beraber, dahil olduğumuz ve güneş sistemi diye ifade ettiğimiz cisimler manzumesinin genel ve özel konumlarına bir işaret ve yaratılmalarından sonra onlarda beraberce yahut tek olarak veya karşılıklı bir denge içinde cereyan eden bütün mukadderatın, gerek onlarda kalan ve gerek bize kadar gelen ışık, hararet ve saire gibi bütün işlerin, onların tabiatlarında olan bir iş olmayıp bu manzumeden daha yüksekleriyle de ilgili olarak "De ki: Ruh Rabbimin emrindedir..." (İsrâ, 17/85) âyetinde buyurulan ruh gibi Allah katından inen bir emir olduğuna, böylece Kur'ân'ın, bu emirlerin de göklerin üstünden inen nur gibi Hz. Muhammed'in kalbine indirilmiş bulunduğuna tenbih edilmiştir. Onun için bunların bizim ruhi işlerimizle bilhassa alakası anlatılmak üzere buyuruluyor ki O yaratma ve emrin inmesi, şunu bilmemiz içindir ki Allah her şeye kâdirdir. Binaenaleyh iman edip yararlı iş yapan müminlere olan vaadini yerine getirmeye de kâdirdir. Ve Allah her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. Zira bütün o yüce ve alçak, cismani ve ruhani kâinatın yaratılış ve düzeni, o bilimsel işlerin yayılması, hepsine hakim bir kudretin ve hepsinin içi ve dışıyla bütün hakikatını, başını ve sonunu kuşatıcı bir ilmin delil ve burhanıdır. Binaenaleyh bütün bu hükümleri, o ilim ile takdir etmiş ve kanun yapmış, o kudretle indirmiş ve tebliğ buyurmuştur.

Burada Talak Sûresi bitti. Talakın sonuçlarından birisinin de haramlık olması münasebetiyle aşağıda geleceği gibi bunu, yemin ve yine bazı aile hususlarıyla ilgili olan Tahrim Sûresi takip edecektir.

__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147