4. Şimdi boşanan kadınların iddetleri, âdetleri yani hayızları hesabıyla Bakara Sûresi'nde geçtiği şekilde üç âdet sayılacak olursa, hayızdan kesilmiş olan yahut hayız görmeyen veya gebe bulunan kadınların iddeti nasıl sayılabilecek denirse onların iddetlerinin de miktarını beyan için buyuruluyor ki hayızdan kesilmiş, yaşı ilerlemiş olup da artık hayız görmekten ümidini kesmiş, "iyas" haline gelmiş kadınlarınızdan boşanmış olanlar, çoğu defa örfe göre hayızdan kesilme yaşı elli beş ve altmış olarak takdir edilmiştir. (Bakara Sûresi'nde bulunan (2/228) âyetinin tefsirine bkz.) Eğer şüphe ediyorsanız, buradaki "Eğer şüphe ediyorsanız" kaydı, ihtirazi (ilerisi için hesaba katılan bir kayıt) değil, bu meseleyi soranların veya soracak olanların meydana gelen veya gelecek olan sorularına göre vukuu (bir hadisenin cereyan tarzı)dur. Bu bir itiraz cümlesi demektir. Yoksa hayızdan kesilip kesilmediklerinde şüphe ediyorsanız demek değildir. Zira sığasıyla hayızdan kesilmenin bilindiği söylendikten sonra, "hayızdan kesilmede şüphe ediyorsanız" demek olmayacağı bellidir. Buna göre mânâ şöyledir: Bunların iddetlerinin nasıl olacağını kestiremeyip de müşkil görüyor, tereddüd ediyor ve soruyorsanız biliniz ki onların iddetleri üç aydır. Üç ay beklerler, bu müddet zarfında hamile oldukları ortaya çıkmazsa sonunda diğer hususlarda olduğu gibi "Ya iyilikte tutun, ya da iyilikle ayrılın." (Talak, 65/2) âyetine göre hareket edilir. Hayız âdeti görmeyenler de öyle üç ay beklerler. Bu yukarıda geçen mübtedasına müfredin atfı suretiyle bağlanıp haberi de "Onların iddeti üç aydır." cümlesinin olması caiz ise de, buna o karine ile başka bir haber takdir edilerek "Âdet görmeyenlerin iddeti de aynı şekilde üç aydır." şeklinde cümleyi cümleye bağlamak da caizdir. Miktarda iştirak itibariyle önceki, hükümde müstakil olma itibariyle de ikincisi daha uygundur. Bunlar gerek on yedi yaşından küçük olup henüz büluğa ermemiş olduklarından dolayı hayız görmemiş olanları ve gerek büluğ yaşının en üst sınırı olan on yedi yaşını geçmiş, binaenaleyh yaş itibariyle büluğa ermiş oldukları halde âdet görmeyenleri kapsamaktadır. Bir veya iki kere hayız görüp de sonra görmeyenlerde de sahih olan budur. Çünkü âdet düzgün olduğunda muteber olur ki bunun da en azı üçtür. O halde üç defa hayız görüp de sonra sürekli olarak hayızdan kesilmiş olanlara hayız âdeti görmemiş denemeyeceğinden "temizlik süresi uzamış" denilir ki böylelerinin iddeti müşkildir. Hanefiler bunun, hayız iddetine tabi olarak hayızdan kesilme yaşına kadar beklemesinin gerekli olduğu görüşündedirler. Çünkü buna hayız âdeti görmemiş denemeyeceği gibi hayızdan kesilme haline geldiği de söylenemez. Ancak iddetten asıl kasdedilen, gebelik şüphesini kesin olarak ortadan kaldırmak olduğuna göre, bunu gebelik müddetinin en fazlasından daha ziyade bekletmek, hüküm koyucunun hikmetine uygun olmasa gerektir. Acizane kanaatim bu gibi durumlarda hamilelik şüphesini dikkate alarak, hamilelik müddetinin en üst sınırına kadar bekletmektir. Haml sahibeleri, hamli bulunan, yüklü, gebe kadınlara gelince, gerek söz konusu edilen boşama ve gerek kocalarının vefatı halinde olsun mutlak surette bunların ecelleri yani iddetlerinin sonu yüklerini bırakmalarıdır. Mudğa (embriyonun gelişerek organların belirmeğe başladığı safha) veya alaka (embriyonun rahim cidarına asılma safhası) halinde bir düşük bile olsa yükü bırakma işi bitince o dakikada iddette bitmiş olur. İkiz de ise, itibar sonrakinedir. Bakara Sûresi'nde geçen "Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendilerinden dört ay on gün bekler.." (Bakara, 2/234) âyetinde kocaları vefat eden kadınların iddet müddetinin dört ay on gün olduğu geçmişti. Burada ise mutlak olarak gebe olanların iddet müddetlerinin, yüklerini bırakmalarına kadar olduğu beyan edilmiştir. Denildiğine göre Hz. Ali ve İbnü Abbas (r.a) bu âyetin boşanmış kadınlar hakkında olduğunu kabul etmişler, bununla beraber "kocaları vefat edip de gebe kalan kadınların iddetinin, "eb'ad-ı eceleyn" "iki süreden en uzunu" yani dört ay on gün ile yükü bırakmaktan hangisi daha uzun ise, onunla olacağını söylemişlerdir. Şia'dan olan imamiyye de bu görüşü benimsemiştir. Halbuki Hz. Ali ve İbnü Abbas bu âyetin yalnız boşanmış kadınlar hakkında olduğunu ileri sürselerdi "eb'ad-i eceleyn" "iki sürenin en uzunu" yahut "ahir-i eceleyn" "iki sürenin sonuncusu" diye iki iddetin en uzun sürelerini kabul etmezlerdi. Bundan başka Buharî ve diğer kaynaklarda şöyle nakledilmiştir: "Ebu Seleme b. Abdurrahman haber verip dedi ki: "İbnü Abbas'a bir adam geldi. Ebu Hureyre de yanında oturuyordu. O adam "Kocasından kırk gün sonra doğuran bir kadın hakkında bana bir fetva ver." dedi. İbnü Abbas' "iki sürenin en uzun olanı kadar beklemesi gerekir." diye cevap verdi. Ben de "Gebe olanların bekleme süresi, yüklerini bırakmalarına kadardır." dedim. Ebu Hureyre de "Ben kardeşim oğlu yani Ebu Seleme ile aynı görüşteyim." dedi. Bunun üzerine İbnü Abbas, Gulam el-Kureyb'i Ümmü Seleme hazretlerine gönderip ona sordurdu. Ümmü Seleme de dedi ki: "Sübeyatü'l-eslemiyye gebe iken kocası öldürüldü. Sonra Sübey'a doğurdu. Nikahına talib olanlar olunca da Resulullah (s.a.v) onu nikah ettirdi. Ebu's-Senabil de talibler arasında idi." Nesaî'nin rivayetlerinden biri de şöyledir: Ebu Seleme b. Abdirrahman, İbnü Abbas ve Ebu Hüreyre (r.anhüm) kocasının vefatı esnasında yükünü bırakan bir kadının (Sübey'atu'l-eslemiyye'nin) iddeti hakkında fikir alışverişinde bulunuyorlardı. İbnü Abbas, "İki sürenin sonuncusunu bekler." dedi. Ebu Seleme ise, "Hayır! Yükünü bırakınca helal olur." dedi. Ebu Hureyre de ben kardeşim oğlu ile aynı görüşteyim." dedi. Bunun üzerine durumu Hz. Peygamber (s.a.v)'in hanımı Ümmü Seleme Hazretlerine ilettiler. Ümmü Seleme dedi ki: "Sübey'atu'l-Eslemiye kocasının vefatından biraz sonra doğurdu ve Resulullah (s.a.v)'dan fetva istedi. Resulullah da ona evlenmesini emretti." Bu Sübey'atu'l-eslemiyye hadisini muhaddisler çeşitli yollardan rivayet etmişlerdir. Yine Nesaî bu hadisi, Sübey'a'nın kendisinden hususi bir senedle rivayet etmiştir: "Abbullah b. Utbe, Amr b. Abdillah b. Erkam ez-Zühri'ye mektub yazdı ve "Sübey'a Binti'l-Harisi'l-Eslemiye'ye git, Resulullah (s.a.v)'ın ona gebeliği hakkındaki fetvasından sor!" dedi. Bunun üzerine Amr b. Abdillah Sübey'a'nın yanına vardı ve ona Abdullah'ın istediği fetvayı sordu. Sübey'a da Resulullah'ın Bedir'de hazır bulunmuş ashabından Sa'd b. Havle'nin nikahı altında olup, onun Veda Haccı'nda vefat ettiğini, kocasının vefatından dört ay on gün geçmeden önce doğurduğunu ve lohusalık halinden kalktığında Abdu'd-dar oğullarından bir zat olan Ebu's-senabil'in yanına gelip kendisini süslenmiş görerek, "Zannederim dört ay on gün geçmeden nikah arzu ediyorsun." dediğini haber verdikten sonra dedi ki: "Ben Ebu Senabil'den bunu işitince Resulullah'a gittim durumumu anlattım." Resulullah (s.a.v) buyurdu ki: "Doğurduğun zaman helal oldun."
Bundan başka İmam Malik, Şafiî, Abdurrezzak, İbnü Ebi Şeybe ve İbnü Münzir rivayet etmişlerdir ki: "Gebe iken kocası vefat etmiş olan kadın hakkında soruldu. İbnü Ömer dedi ki: "O kadın yükünü bırakınca helal olur." Bunun üzerine Ensar'dan bir zat da ona Ömer İbni'l-Hattab'ın şöyle söylediğini haber verdi: "Kadın, kocası defnedilmeden tabutunda iken bile doğursa helal olur." yani iddeti biter nikahı helal olur.
Buharî, Ebu Davud, Nesaî ve İbnü Mâce, İbnü Mes'ud (r.a)'dan rivayet etmişlerdir ki: "Suretü'n-Nisai'l-Kusra "Kısa Nisâ Sûresi" (yani Talak Sûresi) Bakara Sûresi'nden sonra nazil oldu." Buhârî'nin lafzında ona ruhsat yapmıyorlar da tağliz mi yapıyorlar? (Yani ona izin vermiyorlar da hakkında kaba söz mü söylüyorlar?) Yemin ederim ki, Kısa Nisâ Sûresi tuladan (yani en uzun sûre olan Bakara Sûresi'nden) sonra nazil oldu. "Hamile olanların iddet süreleri, karınlarındakini doğuruncaya kadardır." Nesaî'nin diğer bir lafzında şöyle denilmiştir: "Her kim dilerse yardım ederim. âyeti, başka değil, kocası vefat edenler âyetinden sonra nazil oldu." Bir lafzında da şu cümle yer almaktadır, "Kısa Nisâ Sûresi, Bakara Sûresi'nden sonra indirildi." İbnü Mâce'nin lafzında da şöyle zikredilmiştir: "Vallahi dileyene yardım ederiz. Kısa Nisâ Sûresi başka değil (Bakara, 2/234) âyetinden sonra nazil oldu." İşte meselenin anahtarı, bu sahih rivayetlerle sabit olan iniş tarihi ile Resulullah (s.a.v)'ın Veda Haccı senesindeki fetvasındadır. Demek oluyor ki Kısa Nisâ Sûresi ismi de verilen söz konusu Talak Sûresi, özellikle bu âyet, Bakara Sûresi'nden sonra indirilmiş olduğu için o sûrede bulunan, kocası vefat eden kadınların iddet müddeti hakkındaki "dört ay on gün" âyetinin umumundan gebelere ait olan kısmını bu âyetin genel mânâsı açıkça beyan etmektedir ki böyle daha sonraki bir tarihle yapılan beyan, Usul ilminde tebdil (değiştirme) beyanı denilen nesih kısmına dahil olduğu için, gebeliği konu edinen âyetin umumu, vefat âyetinin umumundan bir noktayı değiştirmek suretiyle neshetmiştir. İbnü Abbas başta iki rivayet arasında tereddüt ettiğinden ihtiyatlı davranarak "âhiru'l-eceleyn" "iki sürenin sonuncusu" demiş isede Hz. Peygamber (s.a.v)'in hanımlarından olan Ümmü Seleme (r.a)'den sorulması üzerine, Resulullah'ın fetvası anlaşılmıştır. Buna göre gebe kadınların boşanmada da, kocalarının ölümü halinde de iddet müddetleri, yüklerini bırakmaları ile tamam olur.
Her kim Allah'tan korkar, emirlerini tutar, haklarına saygı göstererek korumasına sığınırsa Allah ona işinde bir kolaylık verir. İşini kolaylaştırıp yararlı işler yapmada başarılı kılarak dünya ve ahiret kolaylığı sağlar.
5. Bu zikredilen hükümler Allah'ın emridir onu size indirdi, diğer ümmetlerde yoktu. Hz. Muhammed ile onun ümmetine indirdi ve her kim Allah'tan korkar emir ve hükümlerini korursa Allah onun kabahatlerini tarafından keffâretleyip örter. Çünkü "iyilikler kötülükleri giderir.." (Hud, 11/114) buyurulmuştur ve onun mükafatını büyütür, katlar. Bu sûrede böyle takva tavsiyelerinin her birinde dikkat çeken husus, müjde ve tehditler beraberce zikredildiğinde birkaç defa tekrar ve teyide (kuvvetlendirmeye), aile hukukunun, kadın ve boşama işlerinin hususi önemine ve bu konudaki dikkatsizliğin, "Allah'ın yanında en sevimsiz helal, boşamadır." hadisiyle de anlatıldığı gibi birtakım adi bahanelerle talak salahiyyetinin kötüye kullanılmasındaki mahzurların ve bu yüzden uğranılacak müşkillere göğüs gerilmesindeki mükafatın büyüklüğüne ve onun için gerek aşk ve muhabbet, gerek kin ve nefret sebebiyle Allah korkusu, vazife hisleri unutuluvermeyip her hususta Allah'ın emirlerine itina gösterilerek, takva yolunun tutulması ve korunma çarelerininin aranması gereğine sıkı sıkıya işaret etmesidir. Böylece gerektiğinde boşama gerçekleştiği takdirde önce (Talak, 65/1) âyetinde buyurulduğu gibi burada da yine korunma yollarından olmak üzere buyuruluyor ki
6. onları: yani boşanıp da iddet içinde bulunan kadınları, boşamadan önce olduğu gibi gücünüzün yettiğinden, kendi oturduğunuz yerin bir kısmında oturtun.
Vücd, insanın gücü, gücünün yetebildiği varlığı demektir. Buna göre kadının kocasına gücünün yetemeyeceği bir ev teklif etmeğe de hakkı yoktur. Sonra belli ki bu emirler, sağ kalanlaradır. Binaenaleyh kocası vefat eden kadının iddetinde ikamet yeri ve nafaka talebinde bulunmaya hakkı yoktur. O varisler arasında bulunduğu için tereke (ölen kimsenin bıraktığı şey)den hissesi ne ise onu alır. Bu konuda bilgi için "İçinizden ölüp geriye eşler bırakanlar eşlerinin, (evlerinden) çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyyet etsinler..." (Bakara, 2/240) âyetinin tefsirine bkz.) Bununla beraber üzerlerinde tazyik yapmak, bezdirmek için onlara zarar vermeye kalkışmayın ve eğer o iddet bekleyen boşanmış kadınlar gebe iseler ki o gebelik gerek boşama esnasında veya daha önce bilinmiş olsun ve gerek iddet içinde anlaşılsın, kadının bunu gizlemeyip haber vermesi gerekmektedir.
Zira "Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah'ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri kendilerine helal olmaz..." (Bakara, 2/228) âyeti de bunu ifade etmektedir. İşte böyle hayzın kesilmesi ve gebelik gibi kendine ait hususlarda kadının sözü tasdik edilmelidir. O halde onlar ta yüklerini bırakıncaya kadar kendilerine, infak ediniz nafakalarını veriniz. İddetin asıl gayesi, gebe olup olmadığını ortaya çıkaracak bir zaman bekletmek olduğu için, gebe olduğu anlaşılınca artık onu üç hayız bekletmeye gerek kalmayacağı gibi, üç ay ile de yetinilmeyip az veya çok miktarda, ta yükünü bırakıncaya kadar infak etmek gerekir. Boşama tarihinden itibaren gebelik müddetinin en azı altı ay, en çoğu ise Hanefilere göre iki sene, Şâfiîlere göre dört senedir. Buradaki "eğer onlar galebe iseler" şartı, mutlak harcama emrinin sebebi değil, "yüklerini bırakıncaya kadar" gayesiyle şartlı infakın sebebidir. Onun için bu şartın zıt mânâsı, gebe olmayan boşanmış kadınlara iddetlerinde, ikamet için ev lazım ise de nafaka gerekmezmiş gibi bir anlam ifade etmez. Bilakis uzun olabilecek iddetin sonuna kadar infak emrinin ibare (metin parçası) ile müdafaası, iddetleri daha kısa olan kadınlara bekleme sebebindeki iştirakten dolayı, infakın vacib olduğunu delalet yoluyla anlatır. "Onları çıkarmayın, oturtun" buyurulması da, bu hususun yine işaret yoluyla alâmetidir. Çünkü evden çıkarmayı yasaklamak, oturtmanın gereklerinden birinin de infak olduğunu kolayca anlatmaktadır. Böyle iken burada gebelik şartının açıklanması, şu nükteleri ifade eder.
Birincisi, iddet bekletip infak etmekten asıl maksadın, gebelik olduğunu göstermektir.
İkincisi, Uzama ihtimali bulunan gebeler hakkında şüpheyi ortadan kaldırmaktır.
Üçüncüsü, boşama olmasa bile gebe olanlara özel bir itina ile bakılmasına işaret etmektedir.
.
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..
|