Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Nazi-at Suresi Açıklamalı Tefsiri
Tekil Mesaj gösterimi
  #2  
Alt 02.07.18, 23:19
Havasokulu Havasokulu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 14,902
Etiketlendiği Mesaj: 900 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

26. Hiç şüphe yok ki bunda, bu Musa kıssasında, Firavun'un başından geçen olaylarla, herkese ibret olacak şekilde cezalandırılmasında mutlaka bir ibret var, ibret alınacak insanı uyaracak bir ders vardır. Fakat herkes için değil korkacak olan, saygısı bulunan kimseler için, ki onlar ilâhî bir lütuf olarak kâinatın sırlarını bilmek kudreti olanlardır. Yoksa duygusu olmayanlar, bir Musa gelmiş, Firavun batmış da ne olmuş, diye bundan hiçbir istifade etmezler. İşte o öldükten sonra dirilme hakkındaki haber de böyledir.

Bu kıssadan sonra yüce Allah'ın Rabliğini, kudretinin yüksekliğini ve O'na göre yaratma ve öldükten sonra diriltmenin kolaylığını ve azgınlar hakkında ahiret azabının şiddetini anlatmak üzere inkârcılara azarlama yoluyla buyruluyor ki:

Meâl-i Şerifi

27- Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? Onu Allah bina etti.

28- Tavanını yükseltti, onu bir düzene koydu.

29- Gecesini kararttı, kuşluğunu çıkardı.

30- Bundan sonra da yeryüzünü döşedi.

31- Ondan suyunu ve otlağını çıkardı.

32- Dağlarını oturttu.

33- Sizin ve hayvanlarınızın geçimi için .

34- Fakat o her şeyi bastıran büyük felaket geldiği vakit,

35- O, insanın neyin peşinde koştuğunu anladığı gün,

36- Gören kimseler için cehennem hortlatıldığı vakit,

37- Artık her kim azgınlık etmiş,

38- Ve dünya hayatını tercih etmişse,

39- Kuşkusuz onun varacağı yer cehennemdir.

40- Kim de Rabbinin divanında durmaktan korkmuş, nefsini boş heveslerden menetmiş ise,

41- Kuşkusuz onun varacağı yer cennettir.

42- Sana o kıyameti soruyorlar, ne zaman kopacak diye.

43- Sen nerde, onu anlatmak nerde?!

44- Onun son ilmi Rabbine aittir.

45- Sen ancak ondan korkacak olanları uyarıcısın.

46- Onlar o kıyameti görecekleri gün sanki dünyada bir akşam veya kuşluğundan başka durmamışa dönecekler.

27. Ey o kendilerini yüce sanıp da Allah'ın gücünü yok saymaya kalkışan inkârcılar! Kendi iddianıza, kendi takdirinize göre şunu bir düşünün bakalım: Siz mi daha çetin, daha zorlusunuz? yaratılmak hususunda. Burada asıl mânâ ölümden sonra yeni bir yaratılışla yaratma üzerindedir. Fakat daha büyük olarak daha kapsamlı olmak üzere soru "mutlak yaratma" üzerine sorulmuştur. Yani gerek önce olsun, gerek sonra olsun mutlak olarak yaratılmak açısından siz mi daha zor ve çetinsiniz yoksa (sizden yüksek ve sizi kuşatıcı olan) gök mü?. Belli ki o daha çetin değil mi? Çünkü siz onun içinde bir zerre demeksiniz. Öyle iken O Allah onu bina etti. BİNA, dağınık parçaları birbirlerine ekleyip bağlayarak toplamından bir bütün meydana getirmektir.

28. Gök de böyle ince ve yoğun nice madde ve cisimlerin türlü kuvvetlerle özel bir şekilde birleştirilip birbirlerine bağlanmasıyla toplamından meydana getirilmiş bir yapıdır ki onu Allah yapmıştır. Şöyle ki, Allah o göğe boyuna yükseklik vermiştir, direksiz olarak onu yükseğe kaldırmıştır.

SEMK; bir şeyin, yükseklik şeklinde ifade ettiğimiz boyu, aşağıdan yukarıya uzaması ve yüksekliğidir. Yukarıdan aşağıya düşünüldüğü takdirde buna "umk" denir. Enine, boyuna olmak üzere "kalınlık" ile de tefsir edenler olmuştur.

Sonra da onu düzledi. "Göğü yükseltti, denge kanunu koydu."(Rahmân, 55/7) âyetinin mânâsınca dengesini koyup denkleştirdi, düzene koyup düzeltti. Bundan göğün şeklinin tam küre olduğu mânâsını çıkarmak isteyenler olmuşsa da, bütün göğün genel görünümünün tam küre olduğu sabit değildir. Bunu Allah etraflıca bilir.

29. Gecesini kararttı. fiili, gece karanlık olmak mânâsına gelen "ğatş" kökünden türetildiğine göre, gecesini karanlık etti, kararttı diye mânâ verilmiştir. Fakat bunda geceyi göğe nisbet ederek "göğün gecesi" denilmesi, içinde bulunan bazı şeylere nazaran çok az bir münasebet kabilinden olmuş olur. Çünkü göğün her tarafı gece olmaz. Bir de "ğatş" ve "ğataşân" Kâmûs'ta zikredildiği üzere hastalıktan veya ihtiyarlıktan dolayı yavaş yavaş yürümek mânâsına gelir. Bundan, âyette geçen fiilin mastarı olan "ığtaş", yavaş yavaş yürütmek demek olacağından, gecesini derece derece giderdi demek olur. Bu ise şu çıkarma ile pek uygun düşer. Ve kuşluğunu çıkardı. Işığını çıkarıp gündüzünü yaydı.

Rağıb'tan anlaşıldığına göre "Duhâ" kelimesi aslında güneş ışığının yayılması ve gündüzün uzaması demek olup daha sonra bildiğimiz kuşluk vaktine isim olmuştur. Burada gecenin karşılığı olarak ışığın parıltısı ile mutlak gündüz mânâsına olduğu açıklanıyor. Gündüzün meydana çıkması ise gecenin gitmesi ile uygun düşeceğinden, "geceyi kararttı" demekten çok yürüttü, giderdi demek daha çok yakışıyor. Bunda iki mânâ mümkündür:

Birisi, önceki gibi yerküreye nazaran göğün her gün ardarda gelen gecesi gündüzü olmasıdır ki, bunda yerkürenin yaratılışına ve ay ışığının giderilmesine değinilmiş olur.

Birisi de, göğün kendisinde gece yavaş yavaş, gide gide kalmamış hep gündüz olmuş olmasıdır. Bu mânâ, tam anlamıyla göğün gecesi ve göğün gündüzü şeklindeki tamlamaya da pek uygun ve ince bir mânâdır. Çünkü karanlık, esas itibarıyla, yoklukla ilgili olduğundan güneş ve diğer aydınlatıcı cisimler yaratılmazdan önce gök elbette karanlık gece halinde demek idi. Işık veren cisimler yaratılmaya başlandığından itibaren gitgide o gece giderilmiş ve gündüzü çıkarılmıştır. Onun için gece, yer küre ve diğer cisimlerin gölgesi düşen hudutları sahasında devam etmekle beraber, diğer gökyüzü sahası gündüz halindedir. Yerküre biraz sonra anlatılacağı için buradaki geceyi ve gündüzü, dediğimiz gibi, göğün kendisinin gecesi ve gündüzü diye anlamak bize daha uygun görünüyor.

30. Yerküreye gelince, ondan sonra da onu yayıp döşedi. Göğü yaratıp bir nizama koyduktan ve gecesini giderip gündüzünü çıkardıktan sonra yerküreyi, üzerinde yaşama ve yerleşme imkanı olacak şekilde yayıp serdi. Yerkürenin, üzerinde yaşadığımız kabuğunu ondan sonra yaratıp döşek halinde döşedi.

DEHA , yaymak mânâsına "dahv" veya "dahy" kökündendir. Bast da döşek serer gibi yaymak, döşemektir. Bundan açıkça anlaşılan da yerkürenin kendisinin daha önce yaratılmış olmasıdır. Bakara sûresinin "Sonra iradesini göklere yöneltti de onları yedi gök halinde nizama koydu."(Bakara, 2/29) âyetinde, aynı şekilde (Fussilet, 41/11) âyetlerinde göğün nizama konması, yerkürenin ve onun içinde bulunanların yaratılmasından sonra gibi zannedilebilirse de orada "sonra" kelimesi, zamanda sonralığı ifade etmek için değil, sözde sonra gelme derecesinden dolayı olmak lazım geleceğini buradaki "bundan sonra" sözü izah ediyor demektir. Bununla beraber burada şunu da göz önünde bulundurmak gerekir ki, İsrâ Sûresi'nde "Gece alâmetini giderdik."(İsrâ, 17/12) âyetinde geçtiği üzere İbnü Abbas'tan gelen rivayette Ay, söndürülmeden evvel Güneş gibi parlak olduğu ve o zaman onun gece âyeti olmadığı beyan olunmuştu. Buna göre yerkürenin ilk yaratılışında ve Ay sönmeden önce yeryüzünde gece karanlığı yoktu demek olur. O halde âyeti, Ay'ın sönmesiyle yerküre üzerinde gecenin karartılmış olmasını ifade etmiş ve Ay'ın sönmesi de yerkürenin yayılmasından önce olduğunu karinesi ile anlatmış olur. Şu kadar var ki, Ay'ın ilk yaratılışı yerkürenin yaratılışından sonra olmak itibarıyla yerkürenin yaratılışından sonra da gökte bir düzenleme yapılmış demek olacağını düşünmek gerekir.

Şimdi "onu yayıp döşedi" sözünü açıklayıp tefsir ederek tamamlamak için buyruluyor ki:

31. Ondan suyunu ve otlağını çıkardı. Suyunu yarattı, kaynaklarını fışkırttı, nehirlerini akıttı, otunu, otlağını çiftliğini bitirdi.

32. Dağlarını da oturttu, yerleştirdi. İşte yerkürenin yayılıp döşenmesi, yer kabuğunun böyle yaşanabilecek ve yerleşilebilecek bir şekilde döşünmesi demektir.

33-34. Nitekim bu hikmet şöyle açıklığa kavuşturuluyor: Sizin ve hayvanlarınızın faydalanması, yaşaması için. Demek ki bu büyük yaratma ve kudret hikmetsiz değil; bunlar gayesiz, boşu boşuna, nasıl rast gelirse öyle yaratılıvermemiştir. O halde bu yaşamanın, yaşatmanın da bir hikmet ve gayesi vardır.

35. Bu, o büyük beladan bedeldir. Yani o büyük bela öyle bir gündür ki, insan neye çalışmış olduğunu; hangi arzu peşinde koşmuş; iyiliğine mi kötülüğüne mi, kârına mı zararına mı uğraşmış bulunduğunu o gün anlar.

36. "Ve Cehennem ortaya çıkarılınca". Bu kısım âyetin başındaki vâv harfiyle âyetine bağlanmıştır. Yani o büyük bela gelip cehennem kapıları açılarak o salgın ateş apaçık ortaya çıkarıldığı vakit gören kimseler için, yani her kim olursa olsun, görme özelliği taşıyan kimseler için. Çünkü rivayet olunduğuna göre Cehennem açılacak, alevler saçarak fırlayacak, her gözü olan görecek. Çünkü "Hem içinizden hiçbir kimse yoktur ki oraya varacak olmasın. Bu, Rabbinin üzerine vacip kıldığı kesinleşmiş bir hükümdür."(Meryem, 19/71) buyrulduğu üzere herkes ona varacak, cennete gidecek olanlar da sıratı onun üzerinden geçecektir. Bununla beraber, "görecek kimseler için" demek, girecek kâfirler ve azgınlar için demek de olabilir.

37-42. "Artık kim azgınlık etmişse". Bu kısım "izâ"nın cevabı ve o zaman olacak durumun izahıdır. "Rabbinin makamı". Bu, Ruh ve Meleklerin saf saf kıyama durduğu o büyük bela günü kulun ilâhî huzurda duruşu veya duracağı makamıdır. Ne zaman onun sonu?

MÜRSÂ, mimli mastar olarak irsa mânâsına veya mekân, ya da zaman bildiren isim olarak son mânâsınadır. İrsâ, "bir yerde durmak" mânâsına gelen "resâ"dan türetilmiş olup, geminin demir atılarak durdurulması gibi, sabit kılınıp durdurulmak demektir. Dağlara "revâsî" denilmesi de bu mânâdandır. Buharî'de zikredildiği üzere geminin son olarak varıp durduğu yere "geminin mürsâsı" denilir. Burada bir istiâre var demek olur. Yani, Allah o saati ne vakit getirip dikecek, o kıyamet ne zaman meydana gelecek diye soruyorlar.

43. Bunda da iki mânâ söylenmiştir:

BİRİNCİSİ; "nerde?", 'nin önce gelmiş haberi olarak, "Nerdesin sen onu anlatmaktan? Onu anlatmak senin görevin değildir. O, senden uzaktır." diye sorulan soruyu reddetmektir.

İKİNCİSİ, iki cümle olup nerde bu sual?" diye soruyu ret; mübteda, haberi olarak, "sen son Peygamber, onun alâmetlerindensin" diye beyandır. Yani senin gönderilmen onun meydana gelme vaktinin yaklaşmakta olduğunu anlatıp dururken bununla yetinmeyip de sormaya kalkışmaları anlamsız ve yetkileri dışındadır.

44. Zira Onun sonu Rabbinedir. Bütün incelikleriyle ve herkes hakkında vuku bulma vaktine kadar bütün detaylarıyla onu bilmek Rabb'ına aittir, başkasına değil. Onu ancak o bilir. İlerisine karışmak onların haddi olmadığı gibi, daha fazlasını anlatmak da senin görevin değildir.

45. Sen ancak ondan korkacak, korunacak olan kimseleri sakındıracak bir habercisin.

46. Sanki onlar onu görecekleri gün, bu dünyada, bir akşam veya kuşluğundan fazla durmamışa döneceklerdir. Uzun zannedilen dünya ömrü o kadar çabuk geçer. Korkup sakınanlar o çeşit korkulardan kurtulurlar, sakınmayıp keyiflerine bakanlar da bir gün gibi ömürlerini geçirir, neticede o sonsuz belaya düşerler. Dolayısıyla "Ne zaman?" diye alay edip acele etmesinler.

Burada "sen ancak korkutucusun" buyurulduğu için bunun kimlere ve nasıl fayda vereceği açıklanmak üzere bu korkutmalar gelecek sûrelerde de ardarda anlatılacaktır.

__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147