Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - İnşikak Suresi Açıklamalı Tefsiri
Tekil Mesaj gösterimi
  #2  
Alt 02.07.18, 12:52
Havasokulu Havasokulu isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 28.04.15
Bulunduğu yer: Nefes Aldığım Yerde
Mesajlar: 14,902
Etiketlendiği Mesaj: 900 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

ŞAFAK, akşam güneş battıktan sonra ufukta görünen kırmızılığın adıdır. Aslı tül gibi incelik mânâsındandır, denilir ki, inceliğinden dolayı tutunamıyan şey demektir. Kalbin inceliği mânâsına "şefekat" ve korku mânâsına "işfâk" da hep bu incelik mânâsındandır. Türkçe'de şafak; fecr, yani sabahın tanı mânâsına da yaygın olmuş ise de bu âmiyâne bir tabirdir. Arapça'da ve bir din ve gökbilimi terimi olarak şafak, fecrin karşılığı olarak güneş battıktan sonra görünen kırmızılıktır ki akşam namazı vaktidir. İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri'ne göre kırmızılıktan sonraki beyazlıktır ki Ebu Hureyre ve Ömer b. Abdülaziz'in görüşleri de budur. İmam-ı Azam'ın çoğunluğun görüşüne döndüğü de rivayet edilmiştir. Ayrıntıları "Hidâye" etrafında yazılıdır. O beyazlığın yok olmasıyla ittifakla yatsı namazı vakti girmiş olur.

17. Burada maksat, dünya hayatı ile sevinenlere karşı, her günün sonunda bir akşamın gelmesi şeklinde halden hale geçmekte olan âlemin değişimindeki manzaraların farklılığını duyurmak olduğu için önce akşamın kırmızı şafağına, ikinci olarak geceye ve onun kapsadığı şeylere yemin edilmiş.

VESAK, eklemek, derleyip toplamak, biriktirip yüklenmek mânâsınadır. Nitekim altmış sa' (altmışbin dirhem) ağırlık, bir deve yükü topladığı için bu kadar yüke "vesak" denilir. Burada da, gecenin derleyip topladığı, kapsadığı şeyler demek olur. Bu kelimenin iftial babına nakledilmiş şekli olan ittisak da, ki aslı "ivtisâk"tır, derli toplu, düzgün ve intizamlı olmak mânâsına gelir.

18. Üçüncü olarak da derlenip toplanarak düzgün bir dolunay olduğu zaman Ay'a yemin edilmiş ve şöyle buyrulmuştur:

19. Elbette ve elbette siz kattan kata bineceksiniz. Şafağın, gecenin ve kapsadığı şeylerin ve ayın halden halde geçmesi gibi siz de halden hale, tabakadan tabakaya, veya nesilden nesle uyum sağlayan birbirinden üstün değişmelere binecek, açıklandığı üzere sonunda Rabb'inize gideceksiniz.

TABAK kelimesi aslında uygun gelme ve uygun kavramlarıyla birçok mânâya gelir. Kamus yazarının "Besair"de beyanına göre bu madde iki veya daha çok katı olan şeyleri ifade eden isimlerden olup aslında bir şeyi diğer bir şeyin miktarınca üstünde kılmak mânâsınadır. Sonraları o üste konulan şeyi ifade etmede ve bu münasebetle bir şeye uygun olan şey mânâsında, daha sonraları derece ve mevkide, hal ve durumlarda kullanılır olmuştur. Bu şekilde bir şeyin kapağına veya örtüsüne, bir çiftin teki gibi diğerine uygun olan şeye, tabak ve sini dediğimiz kaplara, "tabaka"nın çoğulu ve cins ismi olarak tabakalar ve mertebeler mânâsına ve özellikle bir ilerleme düşüncesiyle bir duruma uygun olan diğer bir duruma, millet ve asır mânâsına, yirmi seneye, bel kemiklerinin arasındaki yufka gibi uyum kemiklerine ve Cebel-i Zühre'ye tabak denilir. Burada daha ziyade "bir diğerine uygun halden hale geçeceksiniz" diye tefsir edilmiştir ki en kapsamlı mânâsı budur. Bazıları uygunluğu, olayın dehşetinde uygunluk ile kayıtlamışlar ise de bu açık değildir. Birçokları tabakanın çoğulu olarak tabakalardan tabakalara, bazıları milletten millete, asırdan asıra demişler, bazıları da yimi seneden yirmi seneye olacak değişikliklere işaret olduğunu söylemişlerdir.

Naim b. Hammad'ın ve Ebu Nuaym'in rivayet ettiklerine göre Mekhul demiştir ki: "Her yirmi senede, daha önce bulunmadığınız bir durumda bulunursunuz." İbnü Münzir'in ve İbnü Ebi Hatim'in rivayetinde de, "her yirmi senede, daha önce yapmamış olduğunuz bir iş ortaya çıkarırsınız" denilmiştir. Bazıları da bir zamandaki insan topluluğu mânâsına "ümmetten ümmete" demişlerdir. Nitekim amcası Abbas b. Abdulmuttalib Hz. Peygamber (s.a.v.)'i medhederken şöyle demişti:

"Sen doğduğun vakit yeryüzü aydınlandı ve nurunla ufuk parladı.

Bir babanın sulbünden ana rahmine geçiyordun. Bir âlem geçince bir tabak ortaya çıktı".

Yani yeni bir nesil, geçenlerin hepsinden üstün, birbirine uygun gelişen bir toplum ortaya çıktı demektir. Bunların hepsi insanların gerek birey, gerek toplum itibarıyla hayatta sabit bir durumu olmayıp ölüm ve ahirete doğru Allah'a dönünceye kadar halden hale geçmeye mahkum olduklarını ifade ediyor. Bu şekilde dünyada insan hayatı durumdan duruma ilerleme ve gerilemeye giden devamlı bir değişim demek olduğu ve bunun için beyan olunduğu üzere neticede Allah'a varıp hesap vermek kaçınılmaz bulunduğu anlatılmış oluyor.

RÜKÛB , halden hale geçme ve birbirine ulaşmaktan mecaz veya hakikati üzere olup hal mecaz olarak binilendir. Bir halin diğer hale uygunluğu demek, ikinci halin öncekine belli bir hadde ulaşması veya üstün gelmesidir. Yoksa bütün zat ve niteliklerde bir veya benzer olması değildir. Zira mutabakat zat ve mahiyette değil, yan özelliklerde olur. Dolayısıyla biri elem biri lezzet, biri hayat biri ölüm gibi farklı durumların birbirlerine bir mertebe de mutabakatı olabilir. Bununla beraber ikisi de elem, ikisi de lezzet olmak gibi aynı cinsten iki halin zaman ve mekan veya derece farkıyla üst üste gelip uyuşması da olabilir. Bu şekilde "rükûb" ve "tabak" kelimelerinin ifade ettiği mânâda bir yolculuk, ya yukarı veya aşağı giden bir değişimin tasviri ve coşkunluğu vardır. Halin birisi dünya, birisi ahirettir. Dünya bir değişim âlemi, bir geçit; ahiret bir devamlı kalma yeridir. Bu kalış ve duruş da ya cennette veya cehennemde olur.

"Elbette bineceksiniz" şeklindeki hitap herkese olduğuna göre verilen bu haberde, değişimin ileri veya geri olabilmesi itibariyle bir yandan vaad, bir yandan tehdit mânâsı vardır. Hitap Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ve müminlere olduğuna göre bunda hem kesin bir vaad hem de İslâm'ın ilâhî emirle uyum sağlamak suretiyle Allah'a dönmek için daima ahirete doğru yükselme ruhunu telkin eden ve zaferden zafere götürecek olan yüksek bir ilerleme prensibi vardır ki Allah'tan başka hiçbir gayede durulmasını caiz görmez. Bu, din ruhunun donmuş ve körü körüne bir görenekle geçmişe ve içinde bulunulan âna saplanıp kalmaktan ibaret bir tembellik hissi değil; düzensiz, uyumsuz, gayesiz giden ve hiçbir ilerleme elde etmeyerek her adımında ilkel kalan perişan bir yenilenme ve değişim hevesi de değil, başlangıçtan sona kadar aşama aşama bir intibak düzeni içinde Allah için daima ileri gitmek ve Allah'a kavuşma gayesine ermek isteyen bir ilerleme aşk ve imanı ile hareket olduğunu anlatır. Onun için bir hadis-i şerifte: "İki günü eşit olan aldanmıştır." buyurulmuştur. Bunda insanı bütün değişimlerin üstüne çıkaracak bir ilerleme ilkesi, bir yükselme vaad ve müjdesi bulunduğuna özellikle ayın derlenip toplanarak düzgün olduğu zamana yemin edilmesiyle de işaret edilmiş demektir. Bundan dolayı "bâ"nın fethasıyla tekil olarak "elbette bineceksin" kırâetine göre hitap öncelikle Peygamber (s.a.v)'e ait olarak Resulullah (s.a.v.)'ın Mirac gecesinde olduğu gibi gökten göğe, dereceden dereceye, rütbeden rütbeye ilâhî yakınlığa doğru yükselmesi vuku bulacağını vaad ve müjdeleme olduğu dahi İbnü Abbas ve İbnü Mesud'dan rivayet edilmiştir. "geceye ve kapsadıklarına yemin olsun" şeklindeki yeminin de bununla özel bir ilgisi vardır.

Buhârî'de Mücahid'in yaptığı rivayete göre İbnü Abbas "halden hale demektir" demiştir. "Bu sizin peygamberinizdir." dedi şeklindeki rivayet de bunu gösterir.

Şu halde "bâ"nın zammesiyle çoğul olarak "elbette bineceksiniz" kırâeti de peygamberle beraber onun ardından giden müslümanlara hitap olarak, onların da peygambere uymaları oranında halden hale, tabakadan tabakaya hakkın yakınına yükselecekleri haber verilmiş ve aksine gidenlerin o değişimler içinde yenilip kahredilecekleri anlatılmış olur.

Kısacası, bu âyette, halden hale veya tabakadan tabakaya ilerleme, her yüz senede veya her yirmi senede bir değişme ve yenilenme ile mutabakat kavramlarıyla ilgili "tabak" ve "rükub"un mânâlarında, hayatın ileriye veya geriye gitmesi hususlarında kanun olan önemli hakikatlar vardır. "Hayat, çevre ile uyum sağlamaktır." diye düşünüldüğüne göre de en yüksek hayat, en yüksek çevreye uyum sağlamak demek olur. En yüksek çevre ise, "her şeyi kuşatıcı"(Fussilet, 41/54), "Evvvel ve Âhir, Zahir ve Batın, her şeyi bilici"(Hadid, 57/3) ve "nerede olursanız sizinle beraber." (Hadid, 57/3) olan yüce Allah'tır. Dolayısıyla en yüksek hayat, her ne olursa olsun yüce Allah'ın emriyle uyum sağlayarak ona kavuşma ve yükselmekle olur.

O yükseliştir ki, "Ahiret yurdu ise kuşku yok ki gerçek hayattır, eğer bilselerdi." (Ankebut, 29/64) buyurulan ahiret hayatı mutluluğunun son noktasıdır. Nitekim bir önceki sûrede "mukarreb" yani Allah'a yaklaştırılan kulların o Tesnim kaynağından içecekleri açıklanmıştı. Ona yükselmek için de ondan öte hiçbir gaye ve maksatta durup kalmamak, her değişim ve başkalaşım adımında ancak onun emrini nazar-ı itibara alarak yürümek ve lüzumunda onun yoluna can vermekten çekinmemek gerekir. Çünkü her ne yapılırsa yapılsın, bir değişme âlemi olan dünyanın hiç bir şeyinde devamlı kalma ihtimali yoktur. Onun göğü de yeri de Allah'ın emrine boyun eğecek; bâki, ancak azamet ve ikram sahibi olan Rabbin zatı kalacaktır. Allah'a gönül rızasıyla gitmek istemeyen nasıl olsa zorla gidecek ve o kıyametin şiddet ve dehşeti içinde onun ikramından yoksun, azametine mahkum olacaktır.

20. O halde bu insanlara ne oluyor da iman etmiyorlar?. Hakikat böyle iken, yani beyan olunduğu üzere bu dünyada değişim kesin, halden hale geçerek ahirete gitmek ve Hakk'ın huzurunda hesap vermek zarurî olduğu ve iman edenlere o güzel sonuç vaad edilmiş bulunduğu halde nelerine güvenirler de Allah'a, peygamberine ve ahirete iman etmezler!? İman edip de o güzel sonuca ulaşmak için güzel ameller işlemezler? İman etmemekle ne kazanırlar? Allah'a gitmekten kaçınmakla bulundukları halde kalacaklarını ve değişime uğramayacaklarını mı zan ederler?

21. Karşılarında Kur'an okunduğu vakit secde etmezler, boyun eğmezler, gerçeği kabul etmezler, Allah'ın emir ve yasaklarına itaat edip uymazlar, secde etmeleri gerekirken secde etmezler.

Hz. Peygamber (s.a.v) bir gün "secde et ve yaklaş"(Alâk, 96/19) âyetini okumuş ve secde etmiş, beraberinde bulunan müminler de secde etmişlerdi. Kureyş de başları ucunde el çırpmış ve ıslık çalmışlardı. Bunun üzerine bu âyet indi diye rivayet edilmiştir. İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri bununla, burada tilavet secdesinin vacip olduğu neticesini çıkarmıştır. Şâfii de sünnet demiştir. İbnü Abbas (r.a.)'tan, "Mufassal sûrelerde (yani Kur'ân-ı Kerim'in son taraflarında kısa ve besmeleli fasılaları çok olan sûrelerde) secde yoktur." diye rivayet edilmiş ise de Ebu Hureyre (r.a.) burada secde etmiş ve "Vallahi, Hz. Peygamber (a.s)'in bunda secde ettiğini gördükten sonra secde ettim." demiştir. Enes (r.a) de demiştir ki: Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali (r.anhûm)'nin arkalarında namaz kıldım, hepsi de secde ettiler." Yani namazda bu sûreyi okudular, burada özellikle tilavet secdesi yaptılar. Bununla beraber sûrenin sonuna kadar okunup da rükua gidilecek olursa namazın rüku ve secdesini yapmakla tilavet secdesi düşer. Vacip değildir." diye Hasen'den gelen rivayetin dayanağı da bu olsa gerektir.

22. Hatta inkâr edenler yalanlıyor da, Kur'ân'a ve ahirete yalan diyorlar.

23. Oysa Allah, içlerinde ne saklıyorlar biliyor.

YÛ'ÛN, kap manasına gelen vi'â kökünden türetilmiş if'al babından muzari (geniş zamanlı) bir fiildir.

Mazi (geçmiş zaman)si "kaba doldurup sakladı" cümlesinde olduğu gibi "ev'â" dır. Yani, yalanlarlar iken gönüllerinde ne gibi gizli fikirler, bozuk inançlar, fena maksatlar besliyorlar, doğrulamaları gerekirken neden dolayı yalanlama yoluna gidiyorlar, yalanlama ile neler kazanmak, kaplarına neler doldurmak, müminlere neler yapmak, defterlerine neler yazdırmak istiyorlar, hepsini Allah tamamıyla biliyor.

24. Onun için kâfirleri elem verici bir azap ile, müjdele de onunla sevinsinler!

25. Ancak iman edip iyi ameller yapanlar hariç. Genellikle müminlerin kâfirlerden istisna edilmesi "munkatı istisna" olursa da, kâfirler içinden iman edenlere göre muttasıl istisnadır. Onlar için, yani iman edip de iyi ameller yapanlar için kendi kazançları olması itibarıyla minnetsiz; yahut kesilmez, sonsuz bir mükâfat vardır.

__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147