İKİNCİ görüş de, iki meninin yani erkek menisi ile dişi menisinin rahimde birbirine karışması hakkında söyledikleri eski metottur ki Hipokrat, Calinos ve daha başkalarının eserlerinde açıklanan budur. Son devir âlimlerinden bazıları da bu görüştedir. Bu görüşü savunanlar şöyle der: Erkeğin bedeninden her uzuv, uzvî (organik) denilen bir takım cüz'î şeyler atar. Erkeğin de kadının da gözlerinden, kulaklarından ve diğer uzuvlarından çıkan bu cüz'i şeyler erkekten ve dişiden gelen ve bünyenin temelini teşkil eden bir iç kalıbı etrafında sıralanıp dizilirler. Bu yol, anne ve babaya benzeme yolu olmalıdır.
ÜÇÜNCÜ görüş, "bezriyyun" yani "tohumcular"ın görüşüdür ki en güzel yol budur. Bunlar arasında da farklı görüşler vardır:
Birincisi: Mütekaddimin (önceki âlimler) şunu tercih etmişlerdir: İki nutfeye hayat verilmesi rahimde olur ve bu son derece latif bir sinirsel unsur vasıtasıyla olur. Fisagurs bu görüşe varmıştı. Yahut bir manyetik karışım ile veya erkeğin sıvı menisi ile olur.
İkincisi: Döllenme yerinin yumurtalık olduğu görüşünü savunanlar der ki: birleşim ancak yumurtalıkta olur. Şu anda son devir âlimlerinden büyük bir bölümünün görüşü de budur. Ancak bunlar da şu hususta ayrılmaktadırlar: Bu birleşme, meni maddesinin döl yatağına girdikten sonra emilmesi ve kan akımı yoluyla yumurtalığa gitmesi ile midir? Bazılarının görüşü budur. Yoksa meninin buharlaşması vasıtasıyla mı? Veya manyetik karışım ile mi? Veya elektiksel bir coşturma ile mi? Yahut sadece cinsel ilişkiden meydana gelen hareket ve titreşim ile midir? Çeşitli görüşler vardır.
Üçüncüsü: "Gözle görülmeyecek kadar canlılar" olduğunu savunanların görüşleridir. Bunlardan kimine göre, döllenme rahimde yumurtacığın katılımı olmadan olur. Kiminin görüşüne göre de anılan hayvancıklar yumurtalıktaki küçük torbacıkları rahimde beraber bir birikinti sağlamak için kendilerine çekerler de döllenme rahimde olur. Kimi de şöyle olur varsaymıştır: Bu hayvancıklardan biri rahimde yumurtacığını kendine çeker de ondan küçük bir yol açarak içine girer. Ve döllenme o anda meydana gelir.Prikus ve Domas, Bukrat ve Arastatalis'in görüşlerine dönerek rahim boşluğunun döllenme yeri olduğunu tercih etmişler ve bunu bir takım maddelerle vurgulamışlardır. Bu cümleden olarak tecrübelerinde ne boruda ne yumurtalıkta o hayvancıklardan bir şey bulmamışlar. Oysa rahimde ve iki tarafında çok bulmuşlardır. Bir de yumurtacık karışımdan evvel sümüğümsü bir tabaka ile kılıflanmaya muhtaçtır. Bunu ise yumurtalıktan rahme giderken borudan alır. Bir de bunlar doğrudan doğruya yumurtalıktan aldıkları yumurtacığa sun'î döllenmenin yapıldığını görememişlerdir. Oysa onlara göre borunun geçirdiği yumurtacığa sunî döllenme ile hayat vermeden daha kolay bir şey yoktu. Fakat buna karşı şu müşkil durum ortaya çıkmıştır. Ruviş çocuk yapıcı maddeyi yani meniyi zina yapan bir kadının -ki o sırada kocası tarafından öldürülmüştü- borusunda bulmuştur. Bunun gibi bazıları da o halde öldürdükleri hayvanların dişilerinde bulmuştur. Bazıları da köpek ve sığırlarda bu gibi gözlemlerde bulunmuşlardır. Kurbağaların yumurtasını dölleme ancak önce koyu bir sümüğümsü yağa batırılmakla mümkün olduğu bizce bilindiği için kadınlarda bu durumun hasıl olmasını da buna kıyas edebiliriz.
Prikus ve Domas'ın döllenemez buldukları yumurtacığa gelince, anlaşılıyor ki onlar onu yumurtalıktan kuvvetle ayırırlarken aletler onda mutlak bir bozulma meydana getirmiştir.
Ne rahme bitişen bir boru ile hamileliğin varlığı, ne yarısını boruda yarısını yumurtalıkta gözledikleri cenin gözlemi, ne de çok gözlenmiş olan "rahim dışı hamilelik" sabit olmadığı var sayımına göre de söz aşağıdaki gibi esere dayanacaktır:
Nutfelerin birbirine karışımı: Doğrusu döllenme hareketi bize gizlidir. Bu konuda nihayet söyleyeceğimiz: Yumurtalıkta bulunan küçük torbacıklardan birisi ergenlikten sonra hızla büyür ve uzvun düzeyinden yükselir. Dış zarı yavaş yavaş incelir. Sonra cinsel ilişki vaktinde çatlar. Ondan bir küçük tohum çıkar ki o hakiki yumurtacıktır. Çıkınca yumurtalıktan bulunduğu yer üzerinde kan alma şişesi şeklinde bahis konusu bulunan boruya girer. Çatlamadan önce o yumurtacığı kapsayan koruyucu cisme bazıları cism-i asgar (küçük cisim) demişlerdir. Sonra bu koruycu cisim çatladığı zaman onda küçük bir yara meydana gelir.Bu yara yavaş yavas iyileşip kapanır ve yerinde bir pürüz veya derinliği farklı bir çukur, bir eser bırakır. "Küçük cisim" denilen asıl bu pürüz veya eserdir.
Bu ilmin âlimleri demişlerdir ki:
Bu iki görüşün hakikatını ortaya çıkarmak için yeni bir inceleme ve tetkike ihtiyaç vardır. Bazıları demiştir ki: Ben kadınların yumurtalığında hatta döllenmeden önce sararmış bir kütle, hatta soğan büyüklüğünde, bazan da fındık gibi kütleler müşahede ettim. Yardıktan sonra da onda bazan bir durum gözledim ki yumuşamamış bir ciğer uru gibi, bazan da tane tane yapışmış bir donmuş madde görüntüsü gibi, bazan da merkezinden dairesine doğru yumuşamaya başlamış bir kese manzarası gibi ve yumurtalığın yüzeyi üzerinde bundan meydana gelen yumurtacıklar bazı kere cidden büyük oluyor ve olgunluk halinde parçalandığı vakit de ondan bir boşluk hasıl oluyor ki ancak çok yavaş bir şekilde iyileşip kapanır. Sonra derin bir çukur bırakır. Bu çukur daha önce orada onun var olduğunu gösterir. Bir yumurtacık için olan şeylerin üç veya daha çoğu için de olması mümkündür. Bu yumurtacığın gelişmesi gibi, gerek cinsel ilişki halinde çarpıntı vasıtasıyla, gerek elektriksel akım ile, gerek meninin buharlaşması ile, gerek küçük canlılar ile, gerek meni maddesinden herhangi bir unsur ile olsun, her döllenmeden sonra yumurtalığından bir yumurtacığın ayrılması gerekiyor ki, ondan derhal ne türlü olursa olsun, bu neticeyi doğuran varlığa benzer bir varlık hasıl oluyor. Gerek meni unsuru kadının nutfesine doğrudan doğruya ulaşsın, gerekse genel dolaşım içine girdikten sonra ulaşsın. Gözlemlerden elde edilen ancak budur. Bundan fazlası bilinmiyor.
Erkeğin nutfesi: Meni çıkarken iki sıvıyı kapsar. Birisi sütü andırır, azdır. bunun aslı prostat (kestanecik) denilen guddeye nisbet olunur. İkincisi beyaz, koyu, ak tutkal görünümündedir. Bunun da husyelerden çıktığı söylenir. Bunda hayat maddesi bulunur. Araştırmalardan elde edildiğine göre insan menisinden her yüzyirmibeş cüz; yüzonikibuçuk cüz suyu, yedibuçuk cüz sümüğümsü canlılık maddesini, 1, 1/4 cüz sodayı ve 3,1/4 cüz fosfat kireci, yani yanmış kemik gibi bir toprağı içerir. Onda bunlardan başka bir sümüğümsü madde, bir uçan madde ve kükürt de bulunur. Meni bir kapta örtülü veya örtüsüz bırakıldığı vakit 20-25 dakika sonra su gibi incelir. Bunun nedeni bilinmemektedir. Isı az da olsa bu sulanma olur. İyice ısıtıldığında terkibi çözülür. Bundan birçok nışadır çıkar. Mesela, meni bir sahanda havaya karşı bırakılsa, eğer hava sıcak ve kuru ise koyulaşır ve katılaşır ve onda fosfat kireci billurları görünür. Az şeffaf, kolay kırılır kabuklar olur. Eğer hava sıcak ve rutubetli ise terkibi kurumadan bozulur, sararır, asitleşir ve ondan kokmuş balık gibi bir koku yayılır. Sonra küflenir. Meninin özelliklerindendir ki ne sıcak ne de soğuk suda cıvıtmadan önce erimez. İnsandan ayrılması halinde meni bir suya düşerse kabın dibine iner ve biraz toplanır, sonra bir miktarı erir. Kalanı da suyun içine atılmış pamuk tozuntuları gibi dağılır, o vaki süzülür de süzüntü "hammam-ı mariyye" (kaynamakta olan su) üzerinde kuruyuncaya kadar ısıtılırsa ondan bir koku yayılır ki bu, meninin kendine özgü kokusudur. Bu durumda meni biraz sarıya çalan inci gibi bir görünüm kazanır. Kabın kenarlarında ondan çok ince bir tabaka kalır. Kabın dibinde kalan artıktan alınıp da o tabaka üzerine eriyinceye kadar dökülür, sonra sıvı kurutulur da ondan geriye kalan artık, damıtılmış su ile çalkalanır sonra da bu su yükselirse ondan bir hülasa olur ki ayçiceğinin gök rengini kızartır ve bu madde et hülasasına benzer. Çünkü ısıtıldığında kızarmış et gibi kokar. Kömür olup yanıncaya kadar ısıtma devam ederse biraz kül kalır ki bu kül soda ihtiva eder.
Erkek menisinin konulmuş bulunduğu uzuvlar:
İki husye, iki meni borusu, iki meni torbacığı ve iki meni atıcı kanaldır.
Meni husyelerde çıkarılıp "ev'iye-i âtiye" denilen özel damarlarda peşpeşe geçer. Meni borusu denilen nakledici kanaldan meni torbasına gider. Husyenin özel dokusu olan bu damarlar gayet ince, çözülünce 900 metreye kadar uzanabildiği söylenen katlı liflerden mürekkep olup birbirine eklenerek ve dal ve gövdelere ayrılarak örülmüş ve hepsi üst tarafta "ceyb" denilen küçük bir boşluğa yönelmiş damarlardır ki bu gövdelerin sayısı ondan onikiye ve bazan yirmiye kadar olur. Bunların toplamından husyenin başında "berbah" denilen bir kısım oluşur ve ondan meni nakledici kanal çıkar.
Meni borusu; atardamar, toplardamar, lenf damarları ve meni nakledici kanaldan oluşur. Bunların hepsi hilal şeklinde bir doku vasıtasıyla birbirine katılır. Bu meni borusu husyenin üst kenarından kasık mafsalına doğru yükselip orada kalça halkasından geçerek karına dahil olup meni torbacığı ile birleşir ve oradan meni atıcı kanal çıkar.
Biri sağ ve biri solda iki meni torbacığı, sidik torbasının alt tarafında boğum arkasında iki sidik borusunun girdiği yerin önünde ve kalın barsağın üst tarafında kalan yani bel kemiği önüne konulmuş, her birinin uzunluğu iki, eni yarım santim kadar iki küçük örtülü torbadır ki faydaları meniye depo olmaktır. Meni onlarda korunur ve ayrılacağı zaman onlardan çıkıp atıcı kanal vasıtasıyla atılır.
İki meni atıcı kanal ise, iki meni torbacığının itici kanalıyla nakledici kanalın birleşmesinden oluşmuş ve bir santim kadar uzunlukta olup iki meni torbacığından geçerek akıntı yoluna açılır.
Dişinin Suyu: İlk olarak, biraz yapışkanlığı bulunan akıcı bir sıvıdır ki döl yolu duvarlarından ve fercin iki dudağının yakınlarından çıkar. Çünkü onun tarafında hafifce beze dokusuna benzer bir doku vardır. Bu sıvı, erkeklerin menisine benzemez. Çünkü hafif, şeffaf, saf ve berraktır. Bunda erkeklerin menisinde bulunan hayattan bir şey yoktur. Fakat ilâhî kudret ferc boşluğunda o suyun dökülmesini sağlayan damarlar yaratmış ve bu sıvının inişini tam bir lezzet ile beraber kılmıştır ki yumurtalıkta döllenme için kadının üreme organları uyansın.
İkinci olarak, erkekteki husyeler yerinde, hacimleri fındık kadar ve şekilleri yumak gibi, basık oval biçimde olan iki yumurtalık da, yapışkanlı bir sıvıyı kapsayan, rengi sarıya çalan küçük küçük torbacıklardan oluşmuştur ki, Allah bilir, cenin tohumlarını içermektedir.
Rahmin iki tarafından üstte, her biri bir tarafta iki delik vardır. Bunlara rahim boruları denilen iki boru (Fallup borusu) bitişmiştir. Uzanışları deliklerden rahmin iki tarafı üzeriden boğum yakınına doğru karşı karşıya bir hizadadır. Çapları çok küçüktür. Ünsiyet ve yakınlık yönleri rahimde sabit ve yerleşmiş; vahşilik tarafları ise serbest, yayılmış ve serilmiştir ki buna borunun sayvanı denir. Yumurtalığı kucaklar, yumurtalıklar borunun bu sayvanları içine yerleştirilmiştir. Yüzeylerinde büklümler pürtükler ve mesafeler ve iki yumurtalık arasında onbeşten yirmiye kadar şeffaf küçük torbacıklar vardır ki hacimleri is tanecikleri gibidir. Bunlar da sarıya çalar yapışkanlı bir sıvıyı kapsarlar. İşte yumurtalıkların faydası böyle birtakım torbacıkları kapsamaktır ki bu torbacıklar daha sonra erkek menisinden gelişmesi mümkün olmak üzere önce oluşturulmuş birer tohum diye zannedilmekte ve öyle kabul edilmektedir. Bunları rahime nakleden de borulardır. Fıkıhta "erkek menisi; beyaz, kalın ve atma özelliği taşır, kadın menisi ise, ince ve sarı olur, atma özelliği taşımaz" diye tarif olunması da bu açıklamalara uygun düşmektedir. Bu şekilde çocuk, sulb ve göğüs kemikleri arasından çıkan iki suyun toplanmasından meydana gelir.
Erkeğin atıcı olan menisi birçok miktarda meni tanecikleri içerir ki her biri gelişmesinden sonra neş'et ettiği varlığa benzer varlıklar olmak mümkün ve iyi bir aslı içermekte olup ondan bütün asabî özellikleri doğar ve dişi ancak onu içinde taşıyan bir kap gibi bir unsur olma mânâsı ifade eder.
İnsan bu şekilde nutfe mertebesinden üçüncü mertebe olan embriyon aşamasına geçer ki o, tutmuş olan nutfe olup cidden farklı zamanlarda rahmin içinde gözlenebilir. Tohumun içerdiği şeffaf bir sıvının ortasında karanlık, küçük bir asli noktadır. Bu nokta, âlimlerin görüşüne göre rahmin liflerine yapışıktır. Bazılarının görüşüne göre o sıvının ortasında yüzmektedir. Şu ana kadar tohumun rahimde ne zaman ortaya çıktığı tam olarak tesbit edilememiştir. Bukrat, "altı günde o sıvının ortasında küçük şeffaf bir küre olur" demiş, bazıları da ancak ononbeş günden sonra gözlenebileceğini söylemiştir. Birçok tercübelerden anlaşıldığına göre tohumun yumurtalıktan rahme nakli için biraz gün gerekli olduğu anlaşılmış ise de canlılardan her türün ferdi için bu zaman bir mi değil mi ortaya konamamıştır. Açık olan tavşanda üç gün, köpeklerde altıdan yediye veya sekize kadardır denilmiş; bazıları da ceninde insan şeklinin ancak otuzbeş günde başladığı ve o zaman balarısı büyüklüğünde olduğu kanaatine varmıştır. Daha başka sözler de söylenmiştir.
İşte insan o atan sudan böyle bir embriyon, sonra et parçası, sonra kemik yapılarak, daha sonra bu kemiğe et giydirilerek yedinci mertebede bir başka yaratılış olarak, nihayet kadının sulbü ve göğüs kemikleri arasından doğar.
Bu birleşme ve böyle hayati birtakım görevlerin yerine getirilmesi hikmetiyle Allah tarafından sağlam bir şekilde yaratılıp örtülü ve saklı yerlerde bir düzene göre gereği gibi yerleştirilmiş olan üreme aygıtına "Sulb ve göğüs kemikleri arası" tabiriyle işaret olunması ve bunları çevreleyen sınırların özellikle "sulb ve göğüs kemikleri" ile ifade buyrulması ve bu arada "çıkar" buyrularak çıkma işinin atan suya nisbet edilmesi kuşkusuz bu görevin bütün sırlarını içeren nükteleri kapsamaktadır.
Bu önce iki sert kemik arasında mahsur olarak ıztıraplı bir görevin yerine getirilişine ve bunu yerine getirme sırasında saklılık ve gizliliğin gerekli olduğuna işaret olduğu gibi, bu kemikler dimağdan gelen sinir sisteminin bütün kollarıyla ilgili olmak itibarıyla, bu görevin yerine getirilmesinin kapsamlı bir hassasiyetle ilgili olarak idrak edici nefsin isteğe bağlı ve istek dışı hükmü arasında cereyan ettiği ve dolayısıyla bundan insanın yaratılışı düşünülmek suretiyle "Hem de Rabbin Âdemoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp da onları kendi nefislerine şahit tutarak: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? dedi."(A'râf, 7/172) mânâsı üzere yüce Allah'ın kudreti ve onun insan nefsi üzerindeki koruma ve gözetimi olduğu neticesine varmanın gayet açık olacağına da dikkat çekmiş olmaktadır.
Râzi'nin naklettiği gibi burada bazı inkarcılar Kur'ân'da böyle "atan su"dan bahsedilerek "Sulb ve göğüs kemikleri arasından çıkar." diye nitelenmesini tenkit etmişler ve demişlerdir ki:"Sulb ve göğüs kemikleri arasından çıkar." denilmekten maksat, meni bu yerlerden ayrılır, yani dediğiniz gibi husyelerden sulbe doğru oluşur demek ise öyle değildir. Çünkü o, kanın fazlasından doğup oluşur ve bedenin bütün cüzlerinden ayrılır. Hatta her uzuvdan o uzvun huyunu ve özelliğini alır da ondan onların, yani o uzuvların benzeri doğmaya elverişli olur. O'nun için görülür ki, cinsel ilişkide aşırı gidenin bütün uzuvlarını zayıflık kaplar. Eğer maksat, meninin en önemli cüzleri burada oluşur demek ise, bu da zayıftır. Çünkü meninin en önemli cüzleri dimağda gelişir. Bunun delili de meninin görünüşte dimağa benzemesidir. Bir de onu çok harcayanın önce gözlerinde zayıflık ortaya çıkar. Eğer maksat, meninin karar kılıp kaldığı yer burasıdır demek ise bu da zayıftır. Çünkü onun kaldığı yer meni damarlarıdır. Bunlar ise hayalardan itibaren birbirine girmiş girift damarlardır. Eğer maksat, meninin çıkış yeri buradadır demek ise bu da zayıftır. Zira his gösteriyor ki durum öyle değildir.
Yukarıdaki açıklamalardan sonra bu itirazların haksız yere söylenmiş safsatalardan ibaret olduğunu anlamak kolay olur. Bunda sade dimağ işinden ve bir de aşırı gitmenin zararından bahis itibarıyla iki fayda varsa da bunları vesile edinerek yapılan itirazlar boştur ve "sulb ile göğüs kemikleri arasından çıkış" sözünün ifade ettiği mânânın kapsamından gafil olmaktır.
Bir kere meninin doğup oluşması, ayrılması ve uzuvların ondan doğması keyfiyetleri hakkındaki sözler kuruntu ve zayıf zandan ibarettir. Kuşkusuz Allah sözü uyulmaya daha layıktır.
"Sulb ile göğüs kemikleri arası" tabiri, hakikat ve kinayesiyle bütün iç organları ve üreme aygıtını kapsayan ve sinirleri hatta bütün vücudu ve hatta birleşmeyi ifade eden son derece kapsamlı ve bu konuda bütün sırları içine alan en güzel bir tabirdir.
Bilindiği gibi meninin halis meni olarak oluşması ayrılması ve karar kılması sulbe bağlı olan meni torbacığında neticelenmektedir. Üreme yapması için atması şart olduğu gibi, çıkışının da birleşme halinde döl yolundan rahme doğru, kadının sulbü ve göğüs kemikleri arasında olması şarttır. İnsan bu şekilde yaratılmıştır. Onun için burada "atan su" tabiri mutlak bırakılmayıp bu şarta işaret için bu sıfatla nitelenmiştir.
.
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..
|