Simge Kavramı
İnsan birçok nitelikle yüklü karmaşık bir varlıktır. Niteliklerinin her birine bağlı olarak ele alınabilir ve tanımlanabilir. Birçok bilimsel disiplin, yöntemine ve kuramına bağlı olarak insanı ele almakta ve kendi durduğu yerden insanı incelemektedir. Bilimsel yazına (literatüre) baktığımızda, bu türden denemelerin hepsinin sonuçta yönteme ve kuramın özeğine bağlı olarak belli bir görüşü yansıttığı görülmektedir. Bu nedenle, insan bilimleri üzerine söylenecek hiçbir söz insan kavramını tüketemez; olsa olsa ona bir katkı sağlar. Bunun anlaşılır bir nedeni vardır; şöyle ki insan kendini (insanı) herhangi bir nesneyi incelediği gibi inceleyemez, çünkü bilen ile bilinen aynı olunca, her bilme girişimi bir değişimle sonuçlanır. Bu nedenle, insan kendini tam olarak ele geçiremez.Deney bilimlerinin insanla ilgili bilgisi, onun örgensel yapısıyla sınırlıdır, çünkü deney bilimleri ancak bedeni ve onun yapısını inceleyebilir. Bilim, nesnesi üzerine yöntemli bilgi elde etmeyle sınırlı olduğu için, insanın anlamını ortaya çıkaramaz. Başka bir deyişle, insan deney bilimlerinin konusu olduğunda, bir şeye, bir olguya indirgenmiş olur ki bedensel doğasının bilinmesinden başka bir şey yapılamaz. Ruhbilim ise, davranış, ifade ve tepkileri gözleyerek insanın gerçekle ilgili uyum sorununa çözüm arar.
Deney bilimlerinin “yöntem”i nesnesine bağlıdır ve kendi üzerine dönmez. Kendini düşünen düşünce ancak felsefenin konusudur. Bu nedenle, insanın kendine anlam vermesinin yolu yalnızca felsefeden geçer ya da felsefî bir uğraşı gerektirir. İnsanı diğer tüm var olanlardan ayıran, düşünebilme yetisi yoluyla kendi üzerine dönerek (refleksiyon) “ben bilinci”nde olmasıdır. Başka bir deyişle, düşünmenin nesnesi düşünce olduğunda felsefe yapmak kaçınılmazdır.
Düşünmek bir soyutlama, bir simgeleştirme işlevidir. İnsan “simgeleştirme” yeti ve becerisi ile diğer varlıklardan ayrılmaktadır; bu ayrım nitel bir ayrımdır. İnsan, bu niteliğinden dolayı, başka bir varlığa indirgenemez bir biçimde özgül bir varoluştadır; bütün anlam ve ilişki dünyasını simgeler aracılığıyla kurar. Düşünmenin ve ifadenin olmazsa olmaz koşulu “dil”dir ve dil bir “simgeler dizgesi”dir. Ben bilincinin düşünce dolayımında ve eşanlamlı olarak simge dolayımında kurulması, “ben”i simgesel dizgenin özeğine (merkezine) yerleştirir. Böylece, kuran ile kurulan, simgeler aracılığıyla ayrımlı birlik içinde ve kendindedir. Düşünme edimi yakıcı, eritici ve dönüştürücü bir ateş gibi, düşündüğü her şeyi anlamlandırarak kendine katar. Bütün bu bilme sürecinde tözsel olarak düşünme, simgede yerleşir ve simge yoluyla tüm anlamlandırma işinde kendinde kalmayı sürdürür. Başka bir deyişle, “ben”, kendini tüm edimlerinde bir bütün olarak bilir. “Ben bilinci”, düşünmenin tüm yapıp etmelere eşlik ediyor olmasıyla vardır. “Ben, Ben Olanım”(I am Who I am;Torah) özdeyişi bu süreci özetler.
“Ben” sözcüğü kavram olarak saltıktır; eş deyişle, birliğe getirici bir ilke olarak kavramdır. Başlangıçta bir hiçliktir; eylemler “ben”in içeriğini oluştururlar, böylece “ben” kurulur ve gerçekliğini kazanır. Bu anlamda “ben”, dilde bir simge olarak işlev görür. Simgedir, çünkü gösterimi kendisidir ve kendisi kurulumunda sürekli değişim içindedir.
“Ben” her zaman geçmiş üzerinden “şimdi”de kurulur. Bu nedenle, insan bir tarih varlığıdır; insanın olmadığı yerde tarih de yoktur. Başka bir deyişle, doğanın tarihi yoktur. İnsan tarihin hem kurulu öznesi hem de ürünüdür. Tarih iki biçimde ortaya çıkar ve insana etkir: Birincisi somut tarih olarak bireyin tarihidir, ikincisi ise insanlık tarihi. Tarihin içeriği kültürdür, insan kültür içinde ve kültürü yoğurarak tarihi oluşturur: siyaset tarihi, ekonomi, bilim, sanat, inanç, düşünce tarihi vb. Tarih yazımı, aslında kültürden yapılan soyutlamalardır; tümü kültür içinde kapsanır.
Tarih bilinci ise bir farkındalıktır; “mikro zaman”ı (bireyin tarihi) “makro zaman”ın (insanlık tarihi) içine yerleştirme farkındalığıdır. Bireyler tarih bilinci yoluyla kendilerini aşarak topluma ve tarihe bağlanabilirler. Tarih bilinci yorum ve anlam verme ile oluşur, eğitim ve toplumsal etkinlikle kazanılır. “Tarih bilinci olmayan toplumlar benliklerini yitirir ve diğer toplumlara yem olurlar.” (M. Kemal Atatürk)
Tarih bilinci hem ortak kültür, ortak anlayış, ortak dil oluşturmanın hem de uyumlu ve dengeli bir toplum oluşturmanın aracıdır. Bu nedenle, toplumları “ortak bir insanlık ülküsü” altında birleştirecek olan, tarih bilincini oluşturmadaki hünerdir. Tarih bilinci tarih öznelerini ortaya çıkarır ve tarih özneleri tarih yapımını etkiler; toplumlar önderlerini bulur.
Tarih bilinci, “tarihin yasalılığının kavranması” anlamını taşır. Tarihin özneleri koşulları değerlendirirken, yorum ve anlamlandırma yaparken, tarihin yasalılığına başvurur. Yorum ve anlamlandırma, ortak edimlerimizin bizi hangi geleceğe taşıyacağını gösterir.
Tarih yalnızca politik süreçleri ele almakla anlaşılmaz; bu süreçlerin arkasındaki toplumsal, ekonomik ve kültürel süreçlerin de ele alınması gerekir. Araştırma kuramı, yöntemi, değişkenlerin kurulması, araştırmacının kimliği, araştırma sürecinin dinamiklerini ortaya çıkarır.
Tarih bilincini oluşturan çaba, geçmişle rastlantısal bir biçimde ilgilenmez. Şimdinin sorunlarından kalkarak geçmişle ilgilenir ve geleceğe biçim vermeyi amaçlar. Tarih bilinci, “geçmiş” ile yorumsal, “şimdi” ile anlam verme biçiminde, “gelecek” ile ideolojik bir tasarım kurma biçiminde işlev görür.
İnsan varlığı dolayımlı bir varlıktır; tüm algıladıklarını düşünce dolayımından geçirerek anlamlandırır ve eylemleriyle gerçeğe dönüştürür. “El-beyin” eytişiminde (diyalektik) karşılıklı olarak el ve beyin gelişmesi olduğu gibi, “dil-düşünce” eytişiminde de dil ve düşünce birbirini geliştirir. Düşünmenin dinamik özeği cogito (kendinin bilincinde olan düşünce; düşünen ben) dil malzemesini kullanarak düşünceleri dile döker.
“Simgesel olmayan hiçbir şey cogito nesnesi olamaz.” (J. Lacan) İnsan bilincinin nesne, olay ve olgularla ilişkisinde elde ettiği algılar, “imgeler” olarak saklanır ve kullanılır. Başka bir deyişle, imgeler, gerçeklik dünyası ile bilinç arasında ilişkiyi sağlar. Ancak imgelerle cogito doğrudan ilişkide değildir; imgeler cogito’ya simgeler aracılığıyla bağlanır, bu yansımalı bir ilişkidir. Yine cogito’nun psişe ile ilişkisi de simgeler aracılığıyla olanaklıdır.
Cogito’nun simgesel ilişkisi bu kadarla sınırlı değildir. Özneler arası iletişim için dilin kullanımı da simgeseldir. Rüyaların anlamlandırılması da simgeler aracılığıyla olanaklıdır. Ketlenen istek ve arzuların bilinçdışı belleği de simgesel doğada kurulur. Bilincin kavramlarıyla cogito’nun ilişkisi de simgeler aracılığıyladır. Bu nedenlerden dolayıdır ki simgesel olmayan hiçbir şey cogito’nun nesnesi olamaz.
İnsan yaşamında bu denli önemli olan simgenin kavramsal doğası nedir? Simge en geniş anlamıyla “kendinden başka bir şeyi yansıtarak ya da temsil ederek görünür kılan im” diye tanımlanmıştır. Bu imleme bir figür, nesne, beti, gösterge, sözcük biçiminde olabilir. Bu nedenle, simge “toplumsal, kültürel, uzlaşımsal im” diye de tanımlanmıştır.
Türkçe’de simge diye dile getirilen bu sözcük literatüre antik Grekçe’den sembol olarak geçmiş, Osmanlıca’da remiz olarak adlandırılmıştır. Grekçe’de symbolein diye kullanılmıştır ve “buluşmak, birleşmek” anlamını taşımaktadır. Giderek felsefe ve mitoloji literatürüne girmiş olan ve kısaltılmış olarak symbol diye adlandırılan bu sözcük “birleştirici öğe” diye kavramlaştırılmıştır. Daha sonraları deney bilimleri, psikoloji, sosyoloji, teoloji, mistisizm, dilbilim vb. tüm kültürel alanlarda vazgeçilmez bir kavram olarak kullanılagelmiştir. Tüm insan olgularında ortak olarak kullanılan simge, her disipline göre, bağlamına ve dizgesine bağlı olarak “özgün anlam yüklemi” ile kavramlaştırılmıştır. Bu nedenle, simge dendiğinde hangi bağlamda kullanıldığı büyük önem taşımaktadır.
Öncelikle, dilbilim açısından simgeyi (symbol), gösterge (sign) ve ikondan (icon) ayırt etmek gerekir –en genelde simge hepsini kapsıyor olsa da. “Gösterge”, belli bir nedensellik ya da doğal bir ilişki üzerine kuruludur; sesli ya da yazılı bir biçim (gösteren) ile kavramsal bir içeriğin (gösterilen) birleşmesinden oluşan dilsel birim diye tanımlanmıştır. “İkon” Grekçe’de “imge”, “beti” anlamını taşır; eikein sözcüğünden türetilmiştir ve eikein “benzeme” demektir. İkon, gösterenle gösterilenin ortak özelliklerini taşır. Buna karşın “simge”, nedensellik ilişkisi olmayan, doğal ilişki üzerine kurulmayan im olarak tanımlanır.
“İnsanda simgeleşmemiş hiçbir yaşantılama olamaz.” (J. Lacan) Psikolojide Lacan, anne ile bebek arasındaki ikili ilişkiye “aynalaşma evresi” demektedir; bu ilişki felsefede “özdeşlik” diye nitelenir. Çocuğun anne ile yaşadığı bu özdeşlikten ayrışıp kendi “ben”ini kurabilmesinin olanağı ise üçüncü bir ilişkiye, simgesel ilişki olarak babanın ilişkisine (Oidipus) bağlıdır. Çocuk, simgesel baba ilişkisi ile topluma bağlanır; babanın (toplumun) yasası, kültürün düzenidir (Lacan). Görüldüğü gibi, insan yaşamının daha ilk adımında simge başat bir rol oynamaktadır. Bu ayrışmada insan kendisini bir simgeyle, “ben” göstereniyle ifade etmeye olanak tanıdığı oranda, kültürel kimliğinin gelişeceği bir hareket noktası sağlar.
Simge “aşkınlığın içkin mesajı”nı taşır. İmgenin “dişil” özelliğine karşın simge “eril” karakterdedir. İnsan, kişiliğini oluştururken, kendisini bedensel imgenin bütünlüğünde algılar. Bir anlamda, bu “bütünsel beden imgesi”, biyolojik bedenin içselleştirilmesi ve kendileştirmedir. Bütünsel beden imgesi bir “holografik algı kalıbı”dır; diğer bütün tikel algıları kendine bağlar ve ben bütünlüğünü korur.
İmge “eylem”e yöneliktir; imgelediğine yönelir. Buna karşın simge “düşünme”ye yöneliktir ve insan için en temel simge cogito kaynaklı “ben” simgesidir. “Ben” simgesi aktif ve yaratıcı olarak “bütünsel beden imgesi”nin özüdür. “Ben” simgesi duyusal nitelikte olmadığı için, duyusal beden imgesine düşünceyle içkin olan, duyulara aşkın bir simgedir. Bir bakıma, insan bilincinde kişiliğin kurulmasında beden imgesi “düşünsel ben simgesinin evi” gibidir. Başka bir deyişle, insan “ben” dediğinde, bu ifadeyi beden imgesine giydirerek duyularının önüne koyar; eş deyişle simge imgede gizlenir.
İnsan, “bilinçli ben” kurulumunu düşünme yetisiyle, bir simgeler dizgesi olan dil aracılığıyla kurarken, dil yoluyla oluşturulan tüm imgelem ve tasarımlarda dilin simgesel yapısının özeğinde “ben” simgesi bulunur. Başka bir deyişle, “düşünüyorum” (cogito) tüm düşünü, tasarım, imgelem ve edimlere eşlik ettiği sürece, insan bilinçli bir varlıktır. Bu nedenle, bilinçdışı bellek de dil yoluyla kurulur ve tüm ketlenmiş istek ve arzular bilinçdışı belleğe atılır. Bilinç belleğinin imge, düşünü, algı ve tasarımlarını bilince bağlayan simgeler olduğu gibi, bilinçdışına bastırılmış duygu, istek ve arzuların bilince ilişkin bağı da simgeler aracılığıyla olanaklıdır. Jung’a göre, simgeler “psişenin kolektif imgeler deposu” işlevini üstlenirler ve bilinçdışı enerjiyi aktarmada rol oynarlar.
Simge, insanın “kavrama ve imgelem gücü”nü uyarır. Bunun yanında, yaşanmış duygu ve düşünceyle anlamlı deneyimleri “yeniden canlandırma”ya olanak verir. Simgenin işlevsel gücünü bilen ve Hermetik geleneğe bağlı ezoterik ekollerde çeşitli özgün simgelerle çalışmak önemsenmektedir. Bunun nedenini simgenin sağladığı olanaklarda aramak gerekir.
Simge;
• yansıtıcıdır.
• gösterirken gizleyen bir özelliğe sahiptir. • izleyiciyi düşünsel etkinliğe çağırır. • temsil ettiği soyut ve aşkın değerlerin anımsanmasını, anlaşılmasını, paylaşılmasını sağlayan bir anahtardır. • inisiyeler arası tanıma, tanışma ve anlaşma aracı olarak işlev görür. • belli bilgi ve anlayışı, âşina olmayanların bilincinden gizler ve âşina olanlara açar. • sezginin ve keşfin anahtarıdır. • “arketip”leri (ilk örnekler) gösterdiği gibi onları yeniden üretir.
Simgeler zamandan ve mekândan bağımsız bir hakikati gösterirler. Başka bir deyişle, zamanmekânı aşkın bir “ide”yi, bir “ilke”yi gösterebilmek yalnızca simge ile olanaklıdır. Simgenin farklı bir niteliği de, farklı zaman ve mekânda ortak doğası olan nesneleri gösterebilmesidir.
Simgenin en temel üç özelliği vardır: • bir ilkeyi gösteriyor olması • farklılıkları birliğe getirmesi • çok anlamlılığa açık olması
|