Tılsım-Sihir-Büyü
"Sihir, tabiat kuvvetleriyle insanlar arasında bir takım gizli ilişkilerin bulunduğu ve tabiattaki bütün varlıkların insanın anlayış gücünü aşan, bilinemeyen gizli kuvvetler tarafından yönetildiği inancından doğdu. Totem dinleri çağındaki din görevlileri verahipler kendilerinde gizli kuvvetlerle ilişki kurabilmek için bir gücün bulunduğunu ileri sürdüler.
Her olayın bir totemin yönetiminde bulunduğunu ortaya atan, totemlerin kötü etkilerinden kurtulmak için onların iradesine bağlanmayı gerekli sayan bu görevliler bir takım otlardan, köklerden, kabuklardan, sıvılardan ilaçyapma yolunu buldular.
Bu konuda en önemli etkiyi insan hastalıklarını gideren bitkiler, özü bilinmeyen maden suları yapıyordu. Bunlarda Gizli güçlerin bulunduğu inancı doğdu. İşte sihirin kaynağı bu bitkiler ve sulardaki yapılan ilk ilaçlardır. Zamanla bunların gizliliğine yalnız rahiplerin akıl erdirdikleri inancı yayıldı. Böylece tapınaklar ilk sihir yapma merkezleri durumuna geldi. İlk sihir yapanlar da bu rahipler ve din görevlileri oldu. Halk bunların tabiat üstü güçler taşıdığına, insanları etkileyen gizli güçlerle yakın ilişkiler kurduklarına inanmaya, onlara karşı korku ile karışık bir saygı duymaya başladı. Totemler, totemleri temsil ettiğine inanılan kalıntılar (kemikler, kabuklar, boynuzlar, bitkiler) ilk sihir yapma araçları oldu. Zamanla daha belirgin bir nitelik kazanan sihir tek tanrıcı dinlere de geçti.
Din kitapları, kutsal sözler, bu konuda kullanılan birer araç niteliği kazandı.
Eski İran'da, Çin'de, Hindistan'da, Mezopotamya, Anadolu ve Mısır'da, özellikle Keldanilerde sihir gizli bir meslek durumuna geldi." Adı geçen yerlerde büyücülüğün durumu kısaca şöyleydi:
Mezopotamya'da: Mezopotamya'da yaşamış olan Keldaniler yıldızlara taparlar, kainatı idare edenlerin yıldızlar olduğunu, hayır ve şerrin onlardan geldiğine inanırlardı.
Semavi güçlerin yerdeki güçlerle birleşmesi sonucu mucizeler meydana geldiğini söylerlerdi.
Keldaniler büyücülüğün ve kahinliğin sırrını bilmekle ün yapmıştı. Gerçekten, büyücüler Sümer-Akad medeniyetinden beri gelip geçmiş bütün bir büyücüler dizisinin mirasçılarıydı.
Büyücüler Mezopotamya'nın din adamları sınıfındandılar. Eridu Tanrısı Ea ile oğlu Babil Tanrısı Marduk'un koruyuculuğu altında bulunuyor ve insanların çevrili olduğu düşman güçlerle mücadele etmekle uğraşıyorlardı. Bir takım büyücüler, büyünün karşı durmak zorunda olduğu pek çok kötülüklerle suçlandırılıyordu. Bir çok şeytanla da, okuyup üflemek veya şeytan kovma törenleri düzenlemekle mücadele ediliyordu.
Keldaniler'i Tevhid (tek Allah inancı) yoluna davet için Yüce Allah, Hz. İbrahim'i peygamber olarak gönderdi. Fakat onlar Hz. İbrahim'i kabul etmek istemediler. Nitekim Hz. İbrahim (a.s.)'i ateşe attıran da bunların krallarından Nemrut'tur.
Mısır'da: Mısırlılar caiz olan büyü ile caiz olmayan büyü ayrımı yaparlardı ve büyüyle, ölüm veya hayat konusunda etkili olabileceklerini, ruhlara başvurarak istediklerini elde edebileceklerini ve tabiatın güçlerini kendilerine bağımlı kılabileceklerini düşünüyorlardı. Bir bilime benzetilebilen ve meşru, yani caiz olan büyü, insanları zararlı hayvanlardan, hastalıklardan vb.den korumak amacını güdüyordu. Bu büyü, okuyup üfleyerek veya muskalar yazarak ve belirli törenlerle yapılırdı. Ölüleri ululamanın kökü de yine büyüye dayanıyordu.
İbraniler'de: Çok zaman yabancı halklardan duyulan korkunun yol açmış olduğu büyü uygulamalarından Tevrat'ta sık sık söz edilir: "Ve Musa tunçtan bir yılan yaptı, ve onu sırık üstüne koydu ve vaki oldu ki, yılanın ısırdığı bir adam tunç yılana bakarsa yaşardı" (Tevrat).
Hintliler'de: Büyü, Veda dininin en gösterişli ve önemli törenlerinde yer alır. Bu törenlerde büyü uygulaması geceleri mırıltı halinde belli sözler söylenerek yapılırdı. Büyü için kullanılan araçlar da, çeşitli bitkiler, merhemler, ölülere ait eşya gibi şeylerdi. Aşk büyüleri, hastalıkların iyileşmesi ve şeytan kovmak için yapılan büyü ve uygulamalar da büyük bir yer tutar. Yoga çileciliği bir çok bakımdan veda büyücülüğüne benzer.
Yunan ve Roma'da: Klasik eski çağ büyücülüğü sık sık yabancı tanrıların yardımına başvuruyordu. Ama Hekate yine de büyü tanrıçasıydı. Tesalya büyücülerle doluydu. İlkel Roma dinine çok sayıda büyü uygulaması miras bırakmış olan Etrüskler için de, durum bunun eşidir. Roma İmparatorluğu devrinde, doğu, özellikle de Mısır ve Keldani kaynaklı boş inançlar kendini göstermeye başladı. Bunun üzerine bir çok büyücü Roma'ya üşüştü. İmparatorlar, hizmetlerinden yararlanmakla birlikte, onlara kötü davranmaktan da geri kalmadılar. Tiberius, büyü yapmakla suçlanan azat edilmiş 4.000 köleyi Sardunya'ya sürdü. Apeleius, bir büyücülük suçlamasında karşı kendi savunmak zorunda kalmıştı.
Yahudi dininde: XII. yy.da bir takım kabbalcılar, tılsımlar kullanan mistik bir akımın doğmasına yol açtılar. Doğu Avrupa'da hahamların mucize yapmak gücünde olduğuna inanılıyordu.
İslam dini öncesi Arabistan'da büyü, müslümanlıktan önce geçerli bir takım uygulamalarla, Araplar'ın yakın ilişkisi olan (Museviler, İranlılar, Yunanlılar gibi) halklardan alınmış aynı çeşitten anlayışların bir karışımıdır. Bunlar, tütsüleme, tılsım ve muska, okuyup üflemek, yıldızlara bakarak geleceği söylemek, içine yerleştirilen sayılar yatay veya dikey olarak toplandığında hep aynı sayıyı veren büyülü kareler düzenlemek vb. gibi uygulamalardı. Sayıların ve harflerin gizli değerlerinden yararlanarak geleceği okumak demek olan cifir, bu konuda kitaplar yazılmasına yol açmıştır.
Nitekim "CİFİR" ilmiyle uğraşanların iddia ettiklerine göre: her devirde nazil olmuş bulunan mukaddes kitabın orjinalini meydana getiren kelimelerin her birine 8 hadim (hizmetli) vazifeli kılınmıştır.. Bunların 4'ü ulvi yani melek cinsinden: 4'ü de sufli yani cin cinsindendir.
Bu kelimelerin "Cifir İlmi" denilen bir ilmin verdiği hesaplara göre çeşitli rakamlarla tekrarlanışı o kelimenin vazifeli olan cinini harekete geçirir ve tesirini sevkedildiği kimse üzerinde icra eder..
İşte büyü denilen hadise, bir kelime veya kelime grubunun belli bir sayıda, bazen de bazı yan çalışmalarla birlikte okunmasıyla birlikte meydana gelmektedir..
Ancak burada önemli bir faktör olan "zaman" mefhumunun da büyük rolü olmaktadır.. Zira, zamanın yani günün 24 saatinin de ayrı ayrı rolleri bulunmaktadır bu işte..
İşte insan, bir kelimeyi veya kelime grubunu devamlı olarak okuduğu zaman, neşrettiği bu elektromanyetik dalgalan adeta bir şifre şekline sokmaktadır ki bununla da o şifreye en yakın yapıdaki bir cin ile temas kurmuş olmaktadır..
İşte bu temas neticesinde o şifre durumundaki elektromanyetik dalgalar, kendisine en yakın yapıdaki cine tesir etmekte ve iyi düzenlenebildiği takdirde onu istenilen şeyi yapmaya mecbur kılmaktadır..
İnsanın belirli bir kelime veya kelime grubuna belirli oranda devam etmesi sonunda beyin vasıtasıyla yaymış olduğu elektromanyetik dalgalar, o dalga boyuna uygun yapıdaki cini istenilen şeyi yapmaya mecbur bırakıyor, demiştik.. İşte cinin kendisinden istenileni yapmaması halinde ise, o kişinin o duaya veya kelime grubuna devamlı halinde neşretmiş olduğu elektromanyetik güç yapısı bazı ışınlardan yapılmış olan cinin tahribe yani kaba bir tabirle yanmasına yol açmaktadır..
Nasıl ki bir radyo istasyonunun yaptığı neşriyat, başka bir istasyonun daha kuvvetli şekilde yaptığı neşriyatla bozmakta ise; aynı şekilde insanın bu çalışmalarla yaptığı elektromanyetik dalgalar da cinlerin ölümüne yol açmaktadır.
Bu sebeple cinler, belirli bir çalışmaya devam eden ve kendisinin yakıcı elektromanyetik dalgalar neşredebilecek güçteki kimselerin emri altına girmek zorunda kalmakta ve ister istemez "BÜYÜCÜ" dediğimiz kişilerin emirlerini yerine getirme işine tabi olmaktadırlar...
Kuran’da Büyü Gerçeği :
Büyü ; Şeytani güçlerden yardım istenerek insanların üzerinde olumsuz yönde etki etmektir .
Buna karşılık Rahmani güçlerden yardım istenerek büyü çözülür .
Büyü çözümünde meleklerden yardım istenir .
Büyü yapımında ise şeytanlardan yardım istenir.
İşte Kuran’da büyü gerçeği:
Nitekim Kuran’da Bakara süresi 102 . Ayetinde büyüyü insanlara iki melek anlatmış açıklaması var . İşte Bakara süresi 102. ayet:
"Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler.
Hâlbuki o iki melek, “Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de) sakın küfre girme” demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi!’’
Gördüğünüz gibi burada Harut ve Marut ismindeki iki meleğin insanlara ilk defa Büyü hakkında bilgi verdikleri açıklanmış.
Yani Büyü yapmak şeytani bir iştir ama büyüyü çözmek ise meleki bir işdir.
|