HAS’ÜL HAVAS’TA GÜNAHIN HATIRASI DAHİ KALKMIŞTIR!
Günah, “benlik”ten doğar!
En büyük günah da “BENLİK”tir!
BENLİK ortadan kalktı mı, günah da kalkar!
Allah dilediğini yapar, hikmettir!
“Sen” bir olumsuz fiil işlediğin zaman günah olur!
Fâili izâfî varolduğu sürece günah bitmez. Fiil, hakiki fâile bağlanıp, izâfî fâil ortadan kalktı mı günah da son bulur!
İşte böylece “günahın hâtırası”da ortadan kalkmış olur!
Çünkü hâtıranın kalkması, hâtıranın yer aldığı varlığın kalkması ile mümkündür… Ne zaman ki hâtıranın çıktığı varlık ortadan kalkar, işte o zaman hâtıra da kaybolup gider.
Kendini var kabul ettiğin sürece, günah fiîlî varolmasa dahi hâtıraları “benliğini” meşgul edecektir! Bu meşguliyet ise “günah hâtırası”dır ki, benliğinin yaşamıyla bağlantılıdır.
Ne zamandır ki, “benliğinin” varolmadığını, hakikatını yaşarsın, işte o zaman, nefsinden günah da, hâtırası da çıkmış olur.
“SANA AÇIK-SEÇİK FETİH İHSÂN ETTİK: ALLAH GEÇMİŞ VE GELECEK TÜM GÜNAHLARINI BAĞIŞLADI.”
Âyetlerinde işaret edilen mânâ da anladığımız kadarıyla bu hususa işaret eder.
“Fetih” tasavvuftaki anlamıyla, kişinin benliğinin ve benliğinin oluşturduğu perdelerin ortadan kalkması ve Hakkânî sıfatlarla tahakkuk etmesi hâlidir ki, bir devirde ancak çok çok ender kişilerde oluşur! Bunlar, “Hakk'ın gözüyle görür, işitir, söyler, tutar, yürürler!”
“Fetih” gelmiş kişiler, “benliklerinden” kurtulmuş oldukları için, geçmiş ve gelecek günahlarından da bağışlanmışlardır.
Çünkü, onlardan günah ve hâtırası çıkmıştır... Çünkü benlikleri ortadan kalkmıştır! Beden ve bedensel değerler onlar için hiçbir anlam taşımadığı gibi, ruhsal değerler dahi onlardan düşmüştür! Onlar mukarreblerdir, Ferdiyet sahipleridir.
Kişilik isimlerinin ardında, seyreden-seyredilen ve seyr hep aynı TEK olmuştur!
Eğer bu bahsedilen hâl oluşmadan, kendini Hakk görerek, başkalarına Hakk’lık atfederek, günahı-sevabı inkâr edersen, ancak müstehzîlerden olursun... Yâni hakikatle alay edenler durumuna düşersin... Alay konusu olursun.
HAS’ÜL HAVASIN NAMAZI
“DAİMİ NAMAZ”DIR!
Birincisi insanlara emrolunan, farz olunan bildiğimiz namazdı.
İkincisi, "orta namaz" diye bahsedilen.
Üçüncüsü ise, "Dâimi namaz" diye anlatılmak istenen.
Esasen, ikinci tür de vakitle kâim olmayarak devamlı ikâme edilen bir tür "dâimi namaz" olmasına rağmen; gerçek "dâimi namaz" bu üçüncü namazdır.
İşte, en makbul namaz, "kılanın içinde olmadığı" olarak belirtilen bu üçüncü namazdır
Havâs’ın “ikâme” ettiği namazın ötesinde, bir de “has-ül havâs”, “mukarreb” denen, “Allah”a kurbiyet kazanmış, evliyânın ileri derecelilerinde yaşanan “dâimî namaz” hâli söz konusudur.
HAS ÜL HAVAS, TEDBİR ALIR; TAKDİR EDENİ MÜŞAHEDE EDER; TEDBİRİN, TAKDİR EDENİN TAKDİRİYLE AÇIĞA ÇIKTIĞINI SEYREDER!
Dünya hikmet yurdudur; ve bu dünyada oluşan her şey, kendinden evvelki sebepler etkisiyle yönünü bulur… Bu yaratan Allah’ın sistem ve düzenidir.
Bir olaya karşı, “tedbir almayarak tevekkül ettiğini”, söyleyenin hâli, takdirinde, tedbir alma durumunun söz konusu olmayışındandır!.
Kim, ne zaman, nerede, hangi şartlar altında tedbir alarak, o olaya yön veriyorsa, bu da, takdirin o istikamette oluşundandır!.
Tevekkül, olaya tedbirle yaklaşmamak değil; ne olursa olsun, olanın Allah’ın takdiriyle bu şekilde meydana geldiğini görmektedir!.
“Allah’ı -özünde- vekil tutmak”, bâtınen tedbir alma kuvvesini devreye sokmaktır; işi başkasına ve dışındaki tanrıya havale etmek değil! Burayı iyi anlamaya çalışın.
Avam, tedbir alır; tevekkülden uzaktır!.
Havas, tedbiri terk eder; takdir neyse o olur; diyerek takdir edeni görmeye çalışır!.
Has-ül havas, tedbir alır; takdir edeni müşahede eder; tedbirin, takdir edenin takdiriyle açığa çıktığını seyreder… Seyreden, “Kendi” olur!. İşte, “şirki hafî” yâni gizli şirk bu üçüncülerde ortadan kalkmıştır!.
YAŞAM BOYUTU->“ HAŞYET”!
Dervişler, “aşk” peşinde koşar; kemâl ehli ise “haşyet”i yaşar!
Allah’ın, “Aşk” ismi yoktur; “Mârifet” sıfatı, “irfan” vasfı olmadığı gibi; ama “İLİM” sıfatı vardır!
Allah’ın kendini târifi, “İLİM” iledir; “Mârifet” ile değil!.
“Mârifet”, kulun Allah’a bakışındadır!… “İLİM” ise “O”nun yarattıklarına bakışı!.
“İlim” sıfatını âşikâra çıkarttıklarında, “haşyet” olur; ve bu yüzdendir ki Kurân, “İlim sahiplerinde haşyet olur” der!
Kendine yönlendirmek istediklerine, yani “fenâ” ehline, yani Mülhime ehline ise “aşk” bağışlar!.
Avam en yüksek mertebe olarak “aşk”ı bilir, Mülhime’yi algılar!… “Fenâ”dan ötesine aklı ermez; çünkü “İlim Sıfatı” onlarda zâhir olmamıştır!.
Avamın aklı, talebeye erer!…
“Aşk” ehli talebe sınıfındadır… Okul ehlidir!.
Nereden anlasınlar onlar Tebrîz’li Şemsi!
“Bakâbillah”ta, Mardiye’de “İLİM Sıfatı”yla zâhir oldu mu, bu zuhûr hâlinin, yaşam boyutudur “haşyet”! Bu isim, senin bildiğin üzre ikilikteki kulun tanrısından duyduğu haşyet kavramıyla isim benzerliği taşır sadece! Tıpkı, cennetteki “üzüm” ile burada bildiğimiz “üzüm” arasındaki isim benzerliği gibi!
Sonsuzluktaki sonsuz oluşları, kemâlâtı seyr hâlinin adıdır gerçekte, “haşyet”; ki celâlin kemâlinden gelir!
Aşk ehli ise cemâlidir celâlin!…
Bebeleri, “aşk”la emzirin ki, büyüyüp Allah’a ersinler!
__________________
öLürüm yoLuna öLürümde yine boyun eğmem, yakarım dünyayı uğruna ama sana eğiLmem.. öyLe sInIrsIz öyLe Derin öyLe Çok Severim ki KORKARSIN!! Kuruyup çöLe dönsemde Pare Pare oLsamda YENiLMEM!!..
|