Öyle lokma var ki, insanı yetmiş yıl ibadetten keser. Öyle söz var ki, adamın kalbini taş eder. Öyle bakışlar var ki, insanın hayatını mahveder, perişan eder.
Şunu bilmeliyiz ki, Allah ile kulu arasında aslında perde yoktur. Fakat tıpkı güneş ışığının dünyamıza ve bedenimize gelmesi gibi bir durum vardır. Bizimle güneş arasında dünyanın çevresinde bulunan perdeler güneş ışığının tamamıyla bize ulaşmasına mani olur.
Bu mani oluş insanın iyiliğinedir. Atmosferin güneş ışığını belli ölçüde engelleyecek özelliği olmasa ya da tenimiz uzun süre doğrudan güneşe maruz kalsa zarar görürüz. Fakat Allah ile kulu arasındaki durum burada farklılık gösterir. Allah ile kul arasında perdelerin, engellerin olması insan için iyilik değil, büyük bir eksiklik olarak ortaya çıkar. Allah Tealâ’nın kuluna yönelişi daha latif, daha kesif ve daha nuranîdir. Ama kulun nefsani kirleri, şeytanın kandırmaları, asrın çirkin işleri Allah’ın rahmetine engel olur, perde olur. Nasıl ki şemsiye yağmura mani olursa bizim çirkin işlerimiz, yirmi dört saat hiç kesilmeyen ilâhi rahmeti, rabbanî feyzi perdeler, bize ulaşmasını engeller. Halbuki Allah’ın feyzi daimidir, nuranîdir, latiftir, eksiksizdir. Ama onu biz kesiyoruz.
Şah-ı Nakşibend k.s. hazretlerinin halifesi Muhammed Parisa k.s. hazretleri şöyle buyuruyor:
“Allah ile kul arasında perde maddi bir şey değildir. Perdeler dış suretlerin nakışlı, süslü görüntüleridir. Dünyada görüp aldandığımız, bize güzel görünüp kalbimizi oyalayan her bir şey Allah ile kul arasında perde olur.”
Harama bakışların, gıybetçi, çirkin, zararlı, perişan, bomboş sohbetlerin, lakırdıların, menfaat elde etmek için yapılan dalkavuklukların, mihnet ve meşakkat dolu, hiçbir şeyden memnun olmayan, bir türlü tatmin ve huzur bulmayan binbir itiraz ve şikayetlerin her birisi araya girer, meşgul eder, perdeler. Çalgılı çengili eğlenceler, zamanı öldüren boş seyirler gibi işler de aslında perde olan işleri güzel gösterip nefsin gıdasını artırır, kalbi nefs karşısında zayıflatır. Şeytanın yemi artar ve Allah’tan gelen feyzi kalbimiz çekemez hale gelir.
İnsanın günahları, Allah’ın hiç bitmeyen feyzine mani olur, Allah’tan uzaklaşmamıza yol açar. Halbuki Allah Tealâ bize bizden şah damarımızdan daha yakındır. Ne yazık ki biz gafletimizle Allah’tan uzaklaşmış oluyoruz.
Allah yolundaki yolcuya bu perdeleri kaldırmak lazım gelir. Nasıl sabah olunca perdeleri açıyor, ışık ve temiz hava girsin diye pencereleri aralıyorsak, mümin de ilâhi feyzi çekebilmek için bu perdeleri kaldırmak zorundadır.
Perdeleri kaldıran en nuranî, en latif hal, yapılan çirkin işlere pişmanlık, yaptığı kötülüklerden utanmaktır. Hayâ imandandır, hayâ edildikçe perdeler kalkar. Tevbe edildikçe Allah’ın lütfu, bereketi, feyzi, rahmeti kalplere iner.
Tasavvuf Allah ile kul arasındaki perdeleri kaldırmaya, gafleti gidermeye çalışır. Bir kâmil mürşidin elini tutmakla, tevbe edip terbiye olmak, kalbe zarar veren, perde olan işlerden korunmak mümkündür.
Mehmet ILDIRAR