Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Başka Dünyalar Başka Hayatlar Var mıdır?
Tekil Mesaj gösterimi
  #1  
Alt 20.01.18, 09:38
Derdekea Derdekea isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Daimi Üye
 
Üyelik tarihi: 11.10.17
Bulunduğu yer: Fransa
Mesajlar: 639
Etiketlendiği Mesaj: 21 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Başka Dünyalar Başka Hayatlar Var mıdır?

✫ Başka Dünyâlar ✫

1. Başka Dünyâlar?

Küremiz Dışındaki Gökcisimleri Arasında, Dünyâ Şartlarını Taşıyan Hattâ Bizim Hayat Sahiplerini Barındıranlar Var mı Sorusuna Dinî Kaynaklarımızdan Oldukça Dikkat Çekici Bir Cevap Alabiliyoruz. Talâk Sûresinde Geçen “O Allah ki, Yedi Semâyı, Arzından da Onun Mislini Yarattı [Talâk 12.].” Âyetinden, İslâm Âlimleri –Başka Manâlar Yanında– Tıpkı Yedi Semâ Gibi, Yedi Arzın Varlığına Hükmetmek İçin Yegâne Delil, Bu Âyetten Çıkarılan Mezkûr İşârî Manâ Değildir. Rasülullah Sallallâhû Aleyhi ve Sellem’den Rivâyet Edilen Birçok Hadîsler “Arzlar” ve “Yedi Arz” Tâbirlerine Yer Vererek, Buna Sarahaten Parmak Basarlar. Meselâ, Sahîh Hadîs Kaynaklarımızdan Tirmizî’nin Uzunca Bir Rivâyetinde, Dünyâ Semâsından Sonra Gelen Yedi Kat Semâ ve Bunların Her Biri Arasında Bulunan Beş Yüz Yıllık Mesâfe Belirtildikten Sonra, Her Semâda Bir Arz Olmak Üzere, Toplam Yedi Arzın Yer Aldığı Açıklanır.

2. Arz Dışında Hayat?

Arzın Misli Söz Konusu Olunca, Arzdaki Şartlar Yönüyle de Misli Olan –Sözgelimi Hayat Şartlarını ve Canlıları da İhtivâ Eden– Dünyâlar Yukarıda Kaydettiğimiz Âyetin İşârî Manâsında Müstatir ve Mevcûd ise de, Hayat Meselesini Açıkça Ele Alan Hadîs de Vardır. İbnu Abbâs Radiyallâhû Anhüma’ya Nispetinin Sahîh Olduğu Bilhassa Tasrih Edilen Bir Rivâyette Şöyle Denir; Yedi Arz Vardır. Her Arzda Sizin Peygamberiniz Gibi Bir Peygamber, Âdeminiz Gibi Bir Âdem, Nûhunuz Gibi Bir Nûh, İbrahiminiz Gibi Bir İbrahim, Îsâ Gibi Bir Îsâ Vardır.

3. Diğer Arzların Uzaklığı?

Çıplak Gözle Görülen Sabit Yıldızlar Sisteminin Teşkil Ettiği Dünyâ Semâsı ile Ondan Sonra Gelen Müteakip İkinci Semâ Arasında Az Önce Temas Ettiğimiz Tirmizî Hadîsinde Belirtildiği Üzere, Beş Yüz Yıllık Mesâfe Mevcûddur. Kezâ İkinci Semâ ile Üçüncü Semâ Arasında da Aynı Mesâfe Vardır. Bu Durum, Yedinci Semâya Kadar Bu Şekilde Devam Etmektedir.

Hadîste Beş Yüz Yıl Olarak İfâde Edilen Zamanı Nasıl Hesaplamalıyız? Rasülullah Sallallâhû Aleyhi ve Sellem Devrinin Şartlarından Carî Olan Bir Günlük Vasatî Yürüyüş Mesâfesi mi Esâs Alınmalıdır? Bu Takdirde Şer’î Örfte Bir Günlük Mesâfe Doksan Kilometre Olmaktadır. Yoksa Günümüz Vâsıtalarını mı Esâs Alacağız? Zirâ Kur’an ve Hadîs Her Asra Hitâp Eder. Günümüzü Esâs Alacak isek Hangi Vâsıtayı? Otomobili mi, Uçağı mı Yoksa Sunî Peykleri mi? Görüldüğü Gibi, Bu Meselede Soruları Çoğaltabilecek Fakât Sarahati Kesin Cevap Elde Edemeyeceğiz.

Hemen Belirtelim ki Kur’an-ı Kerîm, Semâvî Kelâmda Gelen “Gün”lerin Yirmi Dört Saatlik Arzî Günler Gibi Anlaşılmaması Gerektiğine Dikkat Çeker; Rabbinin Katında Bir Gün, Saydıklarınızdan Bin Yıl Gibidir [Hacc 47.].

Kur’an-ı Kerîm’de Geçen Zaman ve Mesâfe Mefhumlarında Belli Bir Müphemliğin Her Vakit Devam Edeceğini Anlamak İçin Bir Başka Âyet-i Kerîmeyi Kaydedeceğiz; Melekler ve Cebrâil, Miktarı Elli Bin Yıl Olan O Derecelere Bir Günde Yükselir [Meâric 4.].

Elli Bin Yılı, Dünyâ Yılına Göre mi Anlayacağız, Yoksa Bir İlâhî Günü, Önceki Âyette Geçen Bin Yıl Olarak Anlayıp Ona Göre mi Hesaplayacağız? Bu Mesele, Âyette Müphemdir. İkinci Duruma Göre, Elli Bin Yıllık Mesâfe –Kamerî Takvimde Bir Yıl Üç Yüz Elli Beş Gün Hesabıyla– 1.000 X 355 = 355.000 X 50.000 = 17.750.000.000 Yıl Tutar. Bâzı Meleklerin Bir Günde Alacağı Mesâfe, Yıl Cinsinden Bu Kadar Oluyor. Tâbiî Bu, Zâhire Dayalı Bir Faraziye!

4. Işık Yılı.

Yukarıda Yaptığımız Hesaplamayı “Faraziye” Sözüyle Kapadık. Zirâ Hesaplamayı Bir Başka Birimle veyâ Birimlerle Yapmak da Mümkün ve Bunun Sebebi de Var. Şöyle ki; Kur’an-ı Kerîm’in Müphem Âyetlerini İzâhta Başvurulan Metot Şudur: Âyet, İlk Önce Bir Başka Âyetle Açıklanır, Açıklayıcı Âyet Yoksa İkinci Olarak Hadîslere Başvurulur. Hadîs de Yoksa Karineye vs Başvurulur ki... İmdi, Semâvî Mesâfelerin Hesaplanmasında, Rasülullah Sallallâhû Aleyhi ve Sellem Efendimiz Bize Bir Başka İpucu Vermektedir; “Senetu Nûr” Yani Işık Yılı. Evet, Hadîsi İlk Defa İşitenler Garipseyecekler, Bu Tâbirin İlim Âlemine Yakın Zamanlarda Girdiğini Söyleyecekler.

Doğrudur, Bu Tâbir İlim Âlemine Yakın Zamanlarda Girmiştir Ancak Ne Var ki, Işık Yılı Tâbiri Hadîste Geçmektedir. Şu Hadîsi Dikkatle Okuyalım; Her Şeyin Mahiyetini Anlamak İçin Tefekkürde Bulunun, Düşünün Fakât Allah’ın Zâtı Hususunda Düşünmeyin! Zirâ Yedinci Semâ ile Allah’ın Kürsîsi Arasında Yedi Bin IŞIK YILI Mesâfesi Vardır. Zât-ı Zülcelâl Hazretleri(nin İlmi) Bunun Ötesini de Kuşatmıştır [Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ (1, 311.).].

Acaba Semâvî Mesâfeleri Belirtme Zımnında –Kısmen Yukarıda İşâret ve Temas Ettiğimiz– Âyet ve Hadîslerde Geçen Rakamların Reel Değerlerini Hesaplamada Birim Olarak “Işık Yılı”nı mı Esâs Almalıyız? Bu da Çözüm İsteyen Bir Sorudur. Şimdilik Kesin Bir Şey Söylemenin Zorluğunu Belirtmek İçin, Bir Başka Hadîs-i Şerife Dikkat Çekeceğiz; Rasülullah Sallallâhû Aleyhi ve Sellem’in Rûhu ve Cesediyle Semâvâta Gidip Geliş Olan Mi’râc Mucizesinin Tasvirinde Bindiği Vâsıtalardan Biri Olan Burak’ın Hızını Belirtmek İçin, “Adımını Gözünün Görebildiği En Son Noktaya Koyardı [Müslim, Îmân 259.]” Buyurmaktadır.

Yedinci Semânın Ötelerine Ulaşan Mi’râc Hâdisesi, Dünyevî Zamanla Kısa Bir Müddette Cereyân Etmiştir. Gidiş Dönüş ve Bu Esnâda Çeşitli Sohbet, Ziyâret ve Müşahedeler, Rasülullah Sallallâhû Aleyhi ve Sellem’in Yatağının Soğuma Müddetinden Daha Az Bir Zamana Sığmıştır. Zirâ Mi’râctan Döndüğü Zaman, Yatağının Henüz Soğumamış Olduğunu Tespit Etmiştir. Işık Hızını Çok-Çok Aşan Semâvî Süratler, İnsanlığın Tahayyül ve Tezekkür Gündemine Bile Son Zamanlarda Girmeye Başlamıştır.

Niçin Müphem? Yukarıda Kaydettiğimiz Açıklamaları Okuyanlar, Muhakkak ki Birçok Sorular Meyanında İttifâkla “Dinimiz Bu Meselelerde Niye Açık ve Kesin İfâdeye Yer Vermemiştir” Sorusunu da Soracaklardır.

Zafer Dergisi’nin Ağustos 1986 Sayısında Bu Mevzuu Genişçe İşledik. Tekrar Özetleyelim; Dinin Asıl Gâyesi Kevnî Bilgi Vermek Değildir. Yaratıcımızı Tanıtmak, Kulluğumuzu Öğretmek, İnsanın Aslı Nedir, Sonu Ne Olacaktır, Dünyâya Niçin Gelmiştir, Nasıl Bir Hayat Yaşamalıdır, Yaratılış Gâyesine Uygun Hayat Sürmenin Yolları Nelerdir, Bunları Bildirmek, Öğretmek... İşte Dinin Asıl Gâyesi Budur. Hem Dinimiz Her Asra, Her Asrın İnsanına, Her Seviyedeki Anlayışa Hitâp Eder. Yirminci Asır İnsanının Anlayabileceği Teferruatı, Yedinci Asır İnsanı Hazmedebilir miydi? Hazmetmese Bile Ne Fayda Sağlayacaktı? Kur’an ve Hadîs Günümüz İnsanının Ancak Anlayabileceği Bir Kısım Fennî Meselelerde Isrâr Etmeseydi, Aklın Almadığı, Müşahedenin ve Zamanın İlmî Anlayışının Teyit Etmediği Meselelerden Bahsetmiş Olmakla, İslâm Dininin, Asırlar Boyu Herkesçe Toptan Reddedilmesine Makûl Bir Gerekçeyi Kendisi Hazırlamış Olmaz mıydı? Buna Kimse “Hayır!” Diyemez. Bu Sebeple, Zamanla Anlaşılacak Bâzı İpuçları Vererek Meseleleri Müphem Bırakmak En Geçerli Yoldur. Dinimiz Onu Yapmıştır Ama Kulluk, İbâdet, Muamelât Hususlarında Kesin ve Net Hükümler Koymuştur. Öyleleri Var ki, Yoruma Bile Tahammülü Yoktur.

[Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Cilt: 6, Sayfa: 374-377.]

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147