Şair Dilaver Cebeci ’nin şiiri yazıl öyküsü
Çeşmek be-zen Sitâre,
Ez-men mekon kenâre;
Diye başlar Sitâre’nin hikayesi.
“Sitâre” farsça yıldız demektir, gökyüzünün en parlak yıldızıdır bu.
Burada Sitâre bir sesleniş uzakta ki birine hitâp şeklidir. Yani bir ad değil…
Sitâre son derece asil, soylu ve şerefli bir aşk hikayesidir. Sıradan bir insan böyle sevilemez, bu dünyadan olmayan bir sevgidir Sitâre.
-Giriş-
Bir yaz günü genç adam hızlı adımlarla geçti okulun önünden, bir şeyden kaçıyor gibiydi. Kafası bir yönde sabitti, birini arıyordu kalabalığın içinde
fakât yetişmesi gereken başka bir yer vardı aceleyle geçti oradan. İçinde eksiklikle…
Bir kaç gün önce görmüştü o’nu, yanında annesi olduğunu sonradan öğrendiği bir bayanla gelmişti bu sene başlayacağı okula.
Nasıl bir duygu bu kimseye anlatamıyor, atamıyordu da aklından. Neden tekrar görmek konuşmak istiyor ve hergün yolunu uzatıp oradan geçiyordu?
Bunun cevabını veremiyordu kendine.
Okulu henüz bitirmiş, hem yazarlığı hem şâirliği olan biriydi. Bu anlatılmaz hisse tutulduğundan beri yazıları da değişmeye başlamış, çoğunlukla yazdığı dava şiirlerine kafa yoramaz olmuştu. İlâhiyat fakültesini bitirmiş olmasına rağmen milli Türk geleneklerine son derece bağlı bir Türk milliyetçisiydi.
Yarım kalmış çalışmalarına odaklanamıyor sürekli başka birşey yazma gereği duyuyordu.
Göremediği, tutamadığı yalnız hissedebildiği birşey idi bu.
Yine o okulun önünden geçecek, bu defa o’nu görecekti. Öyle bir his vardı çünkü.
Aylar sonra okul henüz açılmış, ilk derslerini gören öğrenciler öğle arasına çıkmıştı.
Yine oradan geçiyor bu defa ağır ağır yürüyor ve her öğrenciye uzun uzun bakıyordu.
Bir ara gözleri kararır gibi oldu dünya aklında asılı kaldı, eli ayağına dolandı karşısında hiç beklemediği anda belirmişti genç kız.
Dünya dönmüyor gibiydi sanki şimdi.
Kelimeler boğazında düğüm düğüm…
Simsiyah uzun saçlarının bukleleri önüne dökülmüş, kara kaşlı, kara gözlü güzeller güzeli bir genç kızdı bu.
Ürkek bakışlarla baktılar bir süre birbirlerine, kendinden geçmiş gibiydi
Bir ara gece yazmaya başladığı satırlar döküldü dudaklarından, yoksa içinden mi geçti bilinmez:
Nerden çıktın karşıma böyle Sitâre
Efsaneler dökülüyor gülüşlerinde
Kirpiklerin yüreğime batıyor…
Kız gülümsemiş, bembeyaz dişleri görünmüştü
– merhaba
diyebildi son çare.
Soru ile cevap verdi genç kız;
– sizi daha önce görmüş olabilir miyim?
Kalabalık içinde sanki herkes onları izliyor gibi geliyordu şimdi.
Telaşlı bir kalabalığın ortasında ayaküstü konuşuyoruz,
Nedimin nigehban nergisleri gibi Üstümüzde bütün nazarlar.
Çok utanıyorum Sitâre
Dün oturup hesap ettim sen doğduğunda ben bir askeri mektepte talebeymişim…
– Evet, diyebildi zora ki,
– sizi okulun kayıt günü burada sanırım anneniz olacak bir bayanla görmüştüm. Oradan bir göz aşinalığı olmuştur.
Başka da birşey diyemedi.
Karşısında son derece zeki ve yaşına göre oldukça olgun bir genç kız vardı. Adeta laflarını önceden tahmin edebiliyor, sezebiliyordu.
Bu durum onun için oldukça tehlikeliydi.
Zira kendisinin, kendine bile itiraf edemediği bir sırrı vardı, ortaya çıkmaması gereken bir sır.
Normal birşey değildi içinde bulunduğu durum.
Kendinin o yaşları geldi hatrına, o bu yaşlarda ne yapıyordu acaba?
Yine dudaklarından o sözler döküldü
Yoksa aklından mı geçti bilimmez;
Sen bilmezsin Sitâre, burda gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tesbih
Geceler içinde uyuduğumuz birer kara buluttu
Her akşam dokuzda yat borusu çalardı
Yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı
Bir derin uykuya atardım kendimi
Siyah benli bir kız rüyalarıma kaçardı
Bende onu alır ana’mın rüyalarına kaçardım.
Bu kısa karşılaşma çok sancılı geçmiş, yüreğinde yanan alevi daha da kor hale getirmişti.
Üstelik her geçen gün artan bu ateş, o gece daha da alevlenmişti.
Hissettiği duygular daha bir istek ve ilhamla yazmaya teşvik etti;
Bu defa o’na sesleniyordu mahşeri bir kalabalığın içinden;
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum.
Anlatamıyordu da, fakat gözlerinde ki ışığı görmüştü bir kere…
|