SÖZ'den HAL'e geçişin sırrını Mevlana'nın şu dizelerinde tamamıyla yakalar ve bu sırrı tüm ihtişamı ile okuyarak bu gerçeğin idrakine doğu yükselebiliriz! .Dinlemek burdaki manası ile gerçeği (hakikati) zihinden görmek demektir.Kulakla dinlemek değil! Can kulağı ile dinlemek sözün manasına erip kelimedeki kayıtlı anlamı (idraki) kavrayıp içselleştirip bir idrak sıçrayışı yapabilmektir.
DİNLE
Çünkü; dinlemek, dokunmaktan, tatmaktan, koklamaktan hatta görmekten daha önemli ve daha önceliklidir. Beş duyun ile elde ettiğin bilgilerin hepsinin doğruluğundan emin olamazsın. Algıladıklarını bilgi düzeyine yükseltebilmen için ayrıca çaba harcamak zorundasın. Bu çabanın en azı ve en verimlisi dinleyerek algıladıkların için olacaktır. Göz’ün kapağı vardır, kapanabilir; görevini yapabilmek için ışığa muhtaçtır. Ayrıca hem yön’le hem de açıyla sınırlıdır. Gözün algılayabileceği varlıklar da sınırlıdır. Sadece somut varlıkları, o da gerekli şartlar mevcutsa görebilirsin. Işık yoksa, karanlıktaysan göremezsin. Ama duyabileceklerinde böyle sınırlar yoktur. Somut varlıklardan soyut varlıklara, bu âlemden, ledûnne, ahirete, melekûta, ilhama, işraka, hisse ve akla dair her türlü hadisenin, vakıanın, mefhum ve mânâ’nın bilgisine, bütün bunların ve en önemlisi ‘kendi’nin gerçeğine ancak dinleyerek ulaşabilirsin. Kur’an-ı Kerim’in ayetleri dinleyenleri muhatab almıştır. Vahye mazhar olanların hepsi “dinleme” hassasına sahip olanlardandır.
Duymak, işitmek yetmez; dinle. Öyle dinle ki, ses ve söz önce bilgi’ye sonra hikmet’e dönüşsün. Koyun kaval dinler gibi değil, ağaç topraktan, yaprak yağmurdan suyu çeker gibi dinle. Kulağın kapağı yok, açman gerekmez; aklını aç, kalbini aç, insafını aç ki dinlemiş olasın. (Mevlana)
Keramet ehillerinin tasavvufu, hiç bir zaman bir felsefe görüşü ya da hayali bir bilgi olmamıştır.
Onların tasavvufu, irfan, hakikat, aşk ve cezbe aleminde olgunlaşmadır.Ancak bu cezbedir ki bir kum
tanesini güzeller güzeli bir inciye dönüştürebilen ilahi hikmeti evliyanın ellerine bahşeder.
Tasavvuf öğrenimi içinde hikmet'e, marifet'e, sır'a, hakikat'a dair kitaptan okuyarak bilgi
edinmek mümkündür. Lakin kitaptaki ilim kal(söz)ilmidir. Bilgi sizin zihninizde de kitapta durduğu
gibi duruyorsa siz söze vakıf bir filozof olursunuz.Bu durumda Siz bilgiyi taşırsınız. Ama bilgi
sizi taşısın istiyorsanız sözün içindeki manaya vakıf olmalısınız. O mananın haleti ruhiyesi içine
girmek demek sözün idrakine varmak demektir.Herşeyin ondan geldiği o aklı kül noktasının bilgisine
vakıf olmak sözle mümkünken o noktanın haline vakıf olmak aşk'la mümkündür.
Keramet ehlinin sırrına erişmek o hale talip olanlara sarfettiği kelimelerle değil kelimelerin
sizlerde nasıl bir manevi tesir uyandırdığı ile alakalı olup o tesire mazhar olabilmekle ilgili bir
husustur.
Keramet ehlinin sohbetlerine katılan 10 kişide mürşidin sohbetine ve mürşidin manevi enerjisine
mazhar olurlar.Mürşit müritlerin gözleri önünde yerden bir metre kadar havaya yükselir.Ve nasıl
yaptığını izah eder.Ama müritlerden sadece üçü mürşitin bu haleti ruhiyesini yakalayıp havaya
yükselmeyi başarırlar.Mesele şu ki sohbeti kim nasıl dinledi nasıl anladı, kim nasıl bir idrake
ulaştı. Sohbete katılan kaç kişi kendi sınırlı gerçeğini terkederek varlığını tüm benliğini
mürşidin gerçekliğine açabildi onu alıp varlığına katabildi? İşte mesele burda! İşte söz ehlinden
hal ehline geçebilmenin sırrı burda! Anlayabilene çok sır var burda! Anlamayana hiç bir sır yok!
Yunus'un Şiirlerinden dem vurmakla yunus olunsaydı, Mevlana'nın veciz sözlerini ezbere bilmekle
Mevla'ya varılsaydı bugün sokaklar evliyadan geçilmezdi.
Hikmet yazılanı okunduğu gibi anlamaktan ibaret olsaydı, keramet okumaktan gayrısı olmasa idi
ortalık mevlana'lar dan, İsa'lardan, Musa'lardan, Şems'lerden geçilmez olurdu.
Herkes gözleri ile okuyarak kulakları ile duyarak söz ehli bir filozof olabilir.Söze vakıf
olabilir. Ama herkes sözlerin işaret ettiği hale vakıf olamaz!
Mevlanam derki siz karşıdaki kişinin sizi anladığı kadarsınızdır. Ama o mevlanamın o haline yol
uğradığınızda sözün bu kadarla bitmediğinide anlarsınız. ve söylenmeyen sözler sizden
dökülüverir...
''Ne söylerseniz söyleyin ne derseniz diyin siz karşıdakinin sizi anladığı kadar olmakla birlikte
daha içeride siz idrak ettiğiniz sözün kendisi kadarsınızdır.'''
Söz ehli filozof ten gözünün ona gösterdiği kadarı ile mütalaa ederken dünyayı, sufi, kalb gözü ile
görüp can kulağı ile dünyayı dinler.Filozof aklınca ararken gerçeği, sufi aynı gerçeği gönlünce
arar!
Herkes yerden havalanıp kaf dağının ötesine varan kuşların hikayesini tasvir edebilir. Ama herkes o
kuşlar gibi kanatlanıp uçarak keşf ehline katılacak istidata sahip olamaz...
Kıskançlık, nefret, haset, kin, böbürlenmek, öfke, korkular, ... vb. gibi tüm negatif düşünsel aktiviteler gönül aynasını temsil eden içsel safiyetinizi kirletir ve bu aynayı karartırlar.Zihniniz matlaşmış bir kristal halini alır. Yaşam enerjiniz tükenir, auranızın ışığı zayıflar kararır. Tanrısal enerjinin ışığına karşı kapalı bir bilinç haline gelirsiniz.
Ama varlığınıza dolan sevgi, anlayış, tevazu, şefkat, tüm iyi niyet duyguları sizi olmadığı kadar genişletir, büyütür ve gönül aynanızı saflaştırır.Zihniniz şeffaflaşır, saflaşmış temiz bir kristal halini alır.Tanrısal enerjinin ışığı sizin varlığınız içinden akarak sizi yaşamla doldurur. Yaşam enerjiniz ileri düzeylerde ölüleri bile diriltecek bioenerjik bir noktaya doğru yükselir. Yaşam enerjisi sizden taşarak çevrenize ışıklarını genişleyen halkalar şeklinde yayar. Yaşadığınız mekan evrensel bilincin yaşam ve zindelik veren huzur veren enerjisi ile dolar. Bu evrensel ilahi iradi nur ve enerji ile dolup şarj olduğunuzda o enerjiye kanal olduğunuzda sanki evrensel elektrikle şarj olmuş bir pile benzersiniz.Sahip olduğunuz elektriği ( enerjiyi) istediğiniz bir amaç doğrultusunda kullanabilme imkanına sahip olursunuz.İster hasta olanlara bioenerji olarak şifa enerjisi verirsiniz isterse o enerjiyi teleportasyon gerçekleştirmek için uzay ve zamanı bükmekte kullanabilirsiniz.
''Zamanın, mekanın ve onun içindeki maddenin üstündeki bir boyuta ancak aşk merdiveni ile çıkabilirsiniz. Merdivenin ilk basamağına adım atabilmek ve yükselişe geçmek için kalbten içeri girmelisiniz.''
''Allah aşkına meyletmemiş bir gönül kerameti kendine çekemez. Keramet demir tozu ise o hali kendine çeken mıknatısta allah aşkıdır.''
Tüm alimler sahip oldukları bilgiler ile dağ taş akarak ses yapan akarsulara benzerler. Eğer bu akarsu hakikat denizine varıp karışmazsa asla susmaz! Varlığın birliğine dair olan kanaate ulaşamaz! Ve herşeyin bir NOKTA olduğu o ilim denizine o aşk deryasına varıp ilmini tek bir noktanın sonsuzluğu içinde idrak edecek anlayıştan mahrum kalır. Dolayısı ile hakikate dair sözlerden öteye geçemez o alim! Biz bugün varız yarın yokuz. Bilin'ki mevlalardan öte mevlalar var. Anlamakta, kavramakta, bilmekte bir son yok! Gün gelir bu demlerde başkaları konuşur elbet. Ama her hakikat eri kendi aklının gönlünün kabı kadar konuşur, şiir yazar, söz söyler. Karşıdakide ancak kendi aklının kabı kadarlık bir anlayışa haiz olabilir.O kadarını alabilir. Burda bu sözleri okuyan hakikat yolcuları için önemli bir hususun altını çizmeden geçemeyeceğim. Gönül, bilgi ve tefekkür deryası içinde demlenirken bilgi sizin varlığınıza katılmalı yani size dönüşmeli yada siz o bilgiye dönüşmelisiniz.Bilgi sizin tarafınızdan sindirilip, varlığınıza katılıp bir idrak alevine dönüştürülmeli. Bu idrak sizi saran auranızda görülür bir hal alır.
Neticede bilgi sizi öyle bir noktaya götürmeli ki fizik bedeniniz dediğiniz maddi kalıbın kendi düşüncelerinizin bir yansıması olduğunu anlamalısınız.Bu idrakte derinleştikçe kendi fizik bedeniniz dahil sizi içine aldığını düşündüğünüz tüm madde evreninin sizin gönül aynanızdan yine size yansıyan bir görüntüler dünyasından ibaret olduğunu idrak edersiniz.Öyleyse gönülden geçen her düşüncenin maddeler üstünde derin bir tesire sahip olduğu bir idrak demine geçtiğinizde bu hal, bilginin, aklın , zihnin, gönlün, idrakin tüm arayışlardaki nihai noktaya vararak artık o NOKTA olmanın deneyimi içinde tüm arayışını sonlandırmasıdır. Bu bilginin anlayışın ve halin daha ötesine geçmek için en başa dönmelisiniz. Nokta aslında başlangıcı ve sonu aynı andalık içinde kendinde taşıyan açılan ve kapanan bir sır olarak kendini tamamlamış olur. Sözler ancak bu gerçeği buraya kadar ifade edebilirler. Hz Ali'nin dediği gibi ''Akıl tamam olunca söz noksanlaşır.'' ..
kaynak Alıntı.. Derleme