Allah’ın bütün dizaynı, kendi standartları altında en iyisini ifade eder. Öyleyse insanlar “Niçin Allahû Tealâ bana vermiyor?” diye düşündükleri zaman kendilerinin buna niçin ehil olamadıklarını düşünmek mecburiyetindedirler. Ehil olsalar, Allahû Tealâ derhal ihsanda bulunacak. Öyleyse Hz. Musa’ya bile bakın hangi şartlar içinde, neden ehil değil.
Allahû Tealâ’ya diyor ki Hz. Musa: “Yarabb! Bana katından ilim almış birini nasip kıl. Ben ondan ilm-i ledûnu öğreneyim.” Allahû Tealâ kabul ediyor ve diyor ki: “İki denizin birleştiği yerde onu bulacaksın.” Hz. Musa soruyor: “Yanıma Harun’u da alabilir miyim?” Allahû Tealâ: “Alabilirsin.” diyor. İkisi beraber yola çıkıyorlar. Bu yola çıkışın neticesine bakıyoruz: Yanlarına kurutulmuş balık almışlar ve onları durdukları yerlerde yiyorlar. Bir yerde duruyorlar ve “Balıkları çıkar.” diyor Hz. Musa. Harun diyor ki: “Balıklar canlandı ve suya girdi.” Hz. Musa soruyor: “Yahu nasıl olur, kuru balıklar canlanır mı?” Harun da cevap veriyor: “Sen görmedin, farkına varmadın.” Hz. Musa soruyor: “Nerede?” Harun cevap veriyor: “Hani iki deniz birleşiyordu ya.” diyor. Hz. Musa iki elini başına vuruyor ve diyor ki: “Tamam! Oradaki adam… Hani ağacın kenarında, ağacın altında bir adam vardı hatırladın mı? Hadi tekrar dönelim.” diyor. Dönüp bakıyorlar adam orada. Hemen yaklaşıyor Hz. Musa ve diyor ki: “Sana tâbî olmam kaydıyla bana öğrendiğin o ilmi öğretir misin?” Hızır (A.S) diyor ki: “Sen benimle yapamazsın.” Hz. Musa da diyor ki: “Ben Allah’ın peygamberiyim; yaparım.” diyor. Hızır (A.S): “Yapamazsın.” diyor. Hz. Musa da diyor ki: “Yaptığımı göreceksin, beni kabul et.” Hz. Hızır: “Kabul ettim.” diyor Allahû Tealâ’dan aldığı emir üzerine. Ve beraberce yola çıkıyorlar.
Gidiyorlar, gidiyorlar, birtakım gemilerin olduğu bir limana ulaşıyorlar. O limanda gemi sahiplerinden ekmek istiyorlar, hiç kimsenin onlara bir şey verdiği yok. En sonunda bir gemiye ulaşmışlar, o gemideki geminin sahibi bunlara yiyecek vermiş. Ve yiyeceklerini yer yemez Hz. Hızır, oradan bulduğu bir baltayla geminin bordalarını parça parça etmiş, gemide kocaman bir yara açmış ve gemi orada kalmış. Bütün gemiler sefere çıkmış, bu gemi çıkamıyor. Hz. Musa sabretmiş, sabretmiş; dayanamamış: “Yahu kimse bize ekmek vermedi. Bak bu adam bize yiyeceğimizi verdi, sen ona mükâfat olarak adamın bordasını duman ettin ve gemiyi yerle bir ettin.” demiş. Hızır (A.S) demiş ki: “Ben sana benimle yapamazsın demedim mi?” Hz. Musa: “ Dedin ama” demiş, “Bu kadarına dayanamazdı ben.” Hz. Hızır da: “Dayanamadığını gördün, artık bu işi bitirelim.” demiş. Hz. Musa: “Yok, bana yeniden bir hak ver.” Hızır (A.S) tekrar soruyor Allahû Tealâ’ya, Allahû Tealâ da diyor ki: “Tamam, gene ver.”
Gene beraberler. Gidiyorlar bir köye. Köyden gene herkesten yiyecek bir şeyler istiyorlar. Gene kimse vermiyor. Birisi veriyor. Hızır (A.S) onun da bahçe duvarını yıkıyor. Hz. Musa tekrar diyor ki: “Yahu kimse bir şey vermedi, bunlar verdi. Mahvettin adamın duvarını.” Hızır (A.S) da: “Ben sana benimle yapamazsın demedim mi?” diyor. “Dedin ama hadi bu sefer de olsun bir daha yapmayacağım.” Hz. Musa. Hızır (A.S)’a soruyor Hz. Musa: “Neden yaptın?” “Orada yetimler vardı. Onların hazinesi orada toprağın altındaydı. O duvarı oraya yıktım ki, onların üzerini tamamen örtsün.” diyor. Allahû Tealâ’dan aldığı emir bu.
Gidiyorlar, bir pınar başında mola veriyorlar. Bir delikanlı geliyor, oradan su içerken Hz. Hızır kılıcını çekiyor, delikanlıyı öldürüyor. Hz. Musa diyor: “Buraya kadar arkadaş. Sen gözümün önünde cinayet işliyorsun, ben buna dayanamam.” Hızır (A.S) da cevap veriyor: “Biliyor musun, bu çocuk eve gitseydi anne ve babasını öldürecekti. Onun bu hataya ulaşmaması için Allahû Tealâ, O’nun alınmasını istedi benden. Ben de görevimi yaptım.”
Şimdi Hz. Musa’nın daha ilm-i ledûna sahip olmadığı devrede, ilm-i ledûnun sahibi olan Hz. Hızır, O’na dersler veriyor. Mantık ölçüsüne göre, şer’i ölçülere göre Hz. Musa haklı. Adam ekmek veriyor, geminin bordasını deviriyor. Adam ekmek veriyor, bahçesinin duvarını yıkıyor, bir başkasını öldürüyor. Ama hepsinin arkasında ilm-i ledûnun gerekleri var. Allahû Tealâ, tasarruf halinde olan Hz. Hızır’a dilediğini emretmiyor, sadece yaptırıyor. Öyleyse demek ki Allahû Tealâ’nın indinde ilm-i ledûn dediğimiz bir husus var.
Sakın ilm-i ledûn ile şeytanın ilmini birbirine karıştırmayın. Şeytanın ilimlerinden bir tanesi büyüdür, bir tanesi hüddamdır ve daha birçok ilmi var. Hipnotizma gibi, manyetizma gibi vs. İnsanların bu ilimlere verdiği ad, occult kültür. Nerede bu ismi görürseniz, bilin ki burada şeytan devrede. Occult kültürün sahiplerinin arkasında bugün Lord Mentre var yani deccal. Onun da en yakını, Maharishi. Bütün dünyada bu adamlar üniversiteler kuruyorlar, bugüne kadar yüzlerce konferans vermişler. 8 tane uydudan, kaç tane radyoyla 40 yıldan beri dünyaya zülmanî ilimleri yayıyorlar. Tabiî 40 yıldan beri 8 tane uyduyla çalışmıyor adamlar ama şu andaki durumları bu. Ve bütün dünyaya yoga standartlarını veriyorlar ve Budizm’in fizik ötesindeki zülmanî kesimlerini veriyorlar. Yani şeytanın öğrettiği ilimleri veriyorlar.
İşte böyle bir ilmin bir bölümünü de Maharishi’nin manyetik alanlar teorisi oluşturuyor ve transandantal meditasyon oluşturuyor. Hepsi Allah’ın Kur’ân-ı Kerim ilminin %100 karşısında ve Allah’ın söylediklerini yok etmek üzere harekete geçirilmiş olan şeyler. Allahû Tealâ en büyük ilim olarak zikri emrediyor ve Maharishi ve onun takımı şeytandan emir alarak zikri yok etmek için transandantal meditasyonu sokuyorlar ve insanları zikirden men ediyorlar. Zikir ki; insanlara Allah’ın manevî ilimlerini, fizik ötesi ilimlerini, ilm-i ledûnunu insanlara ulaştıracakken, Maharishi, şeytandan aldığı emirler gereğince occult kültür içinde insanlara yoga öğretmek için, insanlara transandantal meditasyonu öğretmek için, insanlara hipnotizma öğretmek için, büyü öğretmek için, hüddam öğretmek için faaliyette.
İşte hüddam, cinlerin üzerlerine saldırtılması ilmidir. Başının üzerinde mürşidinin ruhu bulunmayan bütün cinler, onun hüddam ilmini bilenler tarafından yapılmak gibi bir tehlikenin mutlaka karşısındadırlar. Hüddam ilminin sahipleri cinlere diyorlar ki: “Eğer emrimizi dinlemezsen seni yakarız.” Başının üzerinde mürşidinin ruhu bulunmadığı için cin mutlaka yanacak. İşte böyle bir tehlike mutlak olarak tahakkuk edeceği için zavallı cin itaat etmek mecburiyetinde, emri yerine getirmek mecburiyetinde ve insanlara rahatsızlık vermek mecburiyetinde.
İşte şeytanın zülmanî ilmi, bir iradenin rızası olmaksızın o iradenin sahibine zarar vermek ilmidir. Allahû Tealâ’nın indinde insanları mutsuz etme ilmidir. Birinin arkasında ruhumuz (Allah’ın ilminin arkasında), şeytanın ilminin arkasında da nefsimiz var. Birinin arkasında Allah var, ötekisinin arkasında şeytan var. Ve ilm-i ledûn da, şeytanın gizli ilimleri (zülmanî ilimler) birbirine taban tabana zıt iki tane faktör gösterir. Birinin hedefi insanlara zarar vermektir, ötekinin hedefi insanları mutlu kılmaktır.
İlm-i ledûn, bütün insanları mutluluğa, Allah’ın davetine ulaştıracak olan fiziğin ötesini yaşamak imkânını bütün insanlara bahşeden bir özellik taşırken, bu özellik hiç kimseye bir zarar vermeden o ilmin sahiplerini mutlak bir saadete ulaştırır. Şeytanın ilmiyse, herkese zarar vererek insanların nefsini tatmin eder.
Öyleyse insanların şeytandan aldıkları yetkilerle başka insanlara zarar vermeleri, büyü yoluyla, hüddam yoluyla gerçekleşiyor. Ve zamanımızda birçok ilim var ki manyetizma gibi, hipnotizma gibi hepsi zülmanî ilim. İradelerden biri ötekine onun rızası olmaksızın tasallut etmek imkânının sahibi ve kontrolü altına alıyor.
İşte Allahû Tealâ’nın ilm-i ledûnu, işte şeytanın gizli ilimleri. Tekrar ediyorum; nerede şeytanın Occult kültürünü görürseniz bilin ki; orada şeytan vardır.
Allahû Tealâ’nın sizlere de ilm-i ledûnunu ihsan etmesini ve ilm-i ledûnla sonsuz mutluluklara ulaşmanızı Yüce Rabbimizden dileyerek sohbetimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
|