“Kitaptan bir ilme sahip olan adam dedi ki: Sen gözünü açıp kapayıncaya kadar onu sana getiririm.”
Ve “Hz. Süleyman bakışlarını döşemeye döndürdüğü zaman Belkıs’ın tahtını gördü.” diyor.
Öyleyse döşeme üzerinde Belkıs’ın tahtının bulunması, kitaptan bir ilme sahip olan adamın dizaynını söylüyor. İşte kitaptaki o ilim var ya, bu tahtı bir anda oraya ulaşarak o tahtı getirebilme yeteneği... Bu, İlmi ledûndur. “Kitaptan bir ilim” dediği Allahû Tealâ’nın, işte o ilim. Normal standartlarda bu ilme herkes sahip olabilir mi? Hayır. Bu, Allah’ın özel bir ihsanıdır. Ne zaman Allah’ın özel bir ihsanına ulaşırsak, o zaman biz ilm-i ledûnun sahibi oluruz. Bu ilmi ledûn müessesesi, Allah’ın bir gizli ilmidir. Öyleyse Allahû Tealâ’nın bu ilmi kalbe hitap eder. Kalbin işitmesi, kalbin görmesi, kalbin fıkhı söz konusu.
Demek ki böyle bir işitmenin, görmenin, fıkıh etmenin ötesinde Allahû Tealâ’nın ilm-i ledûnu başka hususlara ihtiyaç duyuyor. İşte ilm-i ledûnun bir safhası da tayyi mekân olayıdır. Tayyi mekân müessesesi üç ayrı özellik gösterir:
1- Nefs tayyi mekânı, ilm-i ledûndur.
2- Ruh tayyi mekânı, ilm-i ledûndur.
3- Fizik tayyi mekânı, o da ilm-i ledûndur.
Normal standartlar içerisinde insanların ulaşamayacakları, sadece Allah’ın özel ilmiyle kavuşulan fiziğin ötesindeki imkânların sahibi olmak söz konusudur. Allahû Tealâ, ilm-i ledûnun standardının bu olduğunu ifade ediyor. Öyleyse nefs tayyi mekânı bunların bir parçası. İşte kitaptan ilme sahip olan bir kişinin yaptığı şey, fizik vücut tayyi mekânıdır. Bir anda fizik vücut gidiyor, tahtı alıyor, geliyor ve bir anda taht orada. O adam da gözden kaybolmamış. Öyle kısa bir zaman süresi içerisinde oraya gidip onu getiriyor ki insanlar onun gittiğini fark edemiyorlar bile.
İşte böyle bir şey Allahû Tealâ’nın o kişiye ihsanıdır; ilm-i ledûn ihsanıdır. Allahû Tealâ, zamanı sıfırlayabilen sonsuz hızın sahibidir. Bu yetkisini hiç kimseye vermez. Kâinatta zamanı sıfırlama özelliği, zamanın ötesinde oluş sadece Allah’ın sahip olduğu bir yetkidir. Hiçbir mahlûkunun sıfır zaman aralığında bunu yapması mümkün değildir. Yani kitaptan bir ilme sahip olan adam; Hızır (A.S), O da bir anda oraya ulaşıyor, tahtı götürüyor. Ama zaman sıfır değil! Belki 1 saniyelik bir zaman parçasında oraya ulaşıp tekrar geri dönüp bunu yapıyor.
Bir dakikada normal bir film sahnesinde 16 tane kare geçer. Bu 16 tane kare, hareketin normalini ifade eder bize. Eğer bunları daha çoğaltırsanız, aynı zaman parçası içerisinde daha detaylı, daha net bir görüntü seyredersiniz. Ama sayıları kısarsanız, o zaman hareketlerin çok daha hızlı cereyan ettiğini göreceksiniz.
Öyleyse filmin yavaş alınması, hareketle ters orantılıdır. İşte bir insanın normal standartlardaki görme kapasitesi, belli bir zaman parçası içerisinde belli karelerin geçişiyle alâkalıdır. Demek ki Hızır (A.S), öyle bir anda gitti ve geldi ki, onun oradan ayrıldığını insanlar fark edene kadar o tekrar yerine dönmüştü. Yani öyle bir hızla gidip geliyor ki, zamanı sıfırlayamıyor hızı ama sıfırlayamamasına rağmen insanlar onun hareket halinde olduğunu kolay kolay keşfedemiyorlar.
Şimdi böyle bir dizaynda, Hızır (A.S)’a atfedilen birçok olayın Kur’ân-ı Kerim’de geçtiğini görüyoruz. Hz. Süleyman’a atfedilen birçok olayın da geçtiğini görüyoruz. Allahû Tealâ Hz. Süleyman için diyor ki: “Biz O’nun emrine rüzgârı verdik.”
38/SÂD-36: Fe sehharnâ lehur rîha tecrî bi emrihî ruhâen haysu esâb(esâbe).
Bunun üzerine rüzgârı ona musahhar (emre amade) kıldık. Onun emri ile dilediği yere hafif hafif eserek giderdi.
Ve üç ayrı hız sınırıyla ifade etmiş Kur’ân-ı Kerim, Hz. Süleyman’ın hareketlerini; rüzgârı emrine alışını. Gene tayyi mekânın üç şeklini de Allahû Tealâ, Hz. Süleyman’ın yaşadığını ifade ediyor.
Öyleyse nefs tayyi mekânı, nefsimizin fizik vücudumuzdan ayrılmasını, fizik vücudumuzun uyku haline girmesini ve nefsimizin sonsuz hızla dilediği istikamete hareket etme yeteneğini ifade eder. Bir anda nefsiniz fizik vücudunuzdan ayrılır. Ve bunu hissedersiniz. Nefsiniz fizik vücudunuzdan ayrıldığı zaman aklınız artık fizik vücudunuzu değil, nefsinizi kullanıyor olur. Çünkü fizik vücudunuzun artık aklınıza ihtiyacı yoktur. Oradaki otomatik sistemler fizik vücudunuzu yaşatmaya devam edecektir. Böbrekleriniz çalışmaya devam edecektir, mideniz çalışmaya devam edecektir, organlarınızın hepsi otomatik çalışan müesseselerle, otomatik kontrol merkezleriyle kontrol altında çalışmalarını devam ettirirler. Yani aklın kontrolü altında bir sistem değil. Aklınız da vücudunuzdan ayrılmış ve nefsinize kumanda etmeye başlamıştır.
Ve aklınız neresini düşünürse, düşündüğü anda kendisi oraya sonsuz hızla ulaşabildiği gibi, kendisiyle beraber bu fizik âlemin ötesindeki her şeyi fizik âlemin bir başka noktasına aynı anda sonsuz hızla ulaştırır. İşte Allahû Tealâ’nın koyduğu şey, bir maddenin veya bir partikülün ışık hızının ötesinde sonsuz bir hızla hareketi, o maddenin veya partikülün ait olduğu âlemde ya da seyir halinde olduğu âlemde, o âlemin yapısına ait olmamasıdır. Böylelikle nefsimiz, fizik âlemin bir varlığı değildir. Ve fizik âlemin bir varlığı olmadığı cihetle sonsuz hızla hareket edebilir. İster yakınlarda bir gezegen olsun, ister en uzaktaki gezegen olsun, aynı zaman parçası içerisinde meselâ bir saniyede ruhunuz vücudunuzdan ayrılıp oraya ulaşır. Böyle bir şey gerçekleştiği zaman Allahû Tealâ’nın indinde bütün insanlar için söz konusu olan şey, Allah’ın bu güzelliğini yaşamak, o hedefe ulaşmak, fiziğin ötesini hissetmektir.
Nefsimizin, Allahû Tealâ’nın indinde sonsuz bir hızla harekete geçişi, bütün insanlar için öyle bir hususu ifade eder ki; burada Allahû Tealâ’nın sadece sonsuz bir yardımı vardır. Bu yardım bütün insanlar için geçerlidir; eğer insanlar ona ehil olabilirlerse. İşte kim nefs tayyi mekânı yaparsa, nefs tayyi mekânı yapan bu kişi, Allah’ın ilm-i ledûnundan nefs tayyi mekânına müteallik olan kesimi almıştır. Öyleyse Allah’ın böyle bir ihsanını o kişiye vermesi, sadece tayyi mekânın birinci safhasını gerçekleştirmesini sağlar.
İnsan, salâh makamına ulaştığı zaman Allahû Tealâ onun başının üzerine Kendi ruhunu verecektir. İşte bu ruhu verdiği zaman, bu ruhun o kişiye verilmesinin arkasında, o kişinin ruh tayyi mekânını gerçekleştirmesi olayı yatar.
Ruh tayyi mekânı, nefs tayyi mekânından ayrı bir özellik gösterir. Çünkü nefs, kendi âleminin dışında fizik olamaz ama ruh, her âlemde fizik olabilir. Nefs, yalnız kendi âleminde fizik olabilir, başka âlemlerde fizik olamaz. Ruh, her âlemde hem fizik olabilir, hem de fizik olmayabilir yani Allahû Tealâ ruha, bütün âlemlerde fizik olabilme ve fizik ötesi olabilme yetkisini vermiştir. Yani elektron devir sayısını kendi ayarlayabilme yetkisinin sahibidir ruhumuz. Böyle olduğu için ruhumuz, Allahû Tealâ’nın indinde bütün dizaynını Allah’ın fizik ötesi gerçeklerini yaşamak üzere kullanmak yetkisinin sahibidir.
Berzah âleminde giden bir nefs, berzah âleminde, kendi âleminde fizik olacağı için, Allahû Tealâ onun elektron devir sayısında gerekli değişiklikleri fizik ötesinde sağlar. Orada, nefsin kendi âleminde fizik olduğu bir standarttan fizik olmadığı bir standarda geçmesi söz konusudur ki, kendi âleminde sonsuz hızı yaşayabilsin. Bu, Allah’ın elektron devir sayısını değiştirmesiyle gerçekleşen bir olgudur. Ama bir ruh için, Allah’ın özel bir yardımı gerekmiyor. Ruh, kendi iradesiyle elektron devir sayısını her âleme göre değiştirebilir ve bu her âleme göre yaptığı değişiklik, o kişi için onu bir sonuca ulaştırır. Bu, fizik vücut tayyi mekânına kadar yürür.
.
|