NurCihan Nickli Üyeden Alıntı
Sohbet, sevgiliye bir vefadır. Âşığın hiç dilinden düşürmeden sürekli anacağı ve anlatacağı dostları, Allahü Teâlâ, Resûlü ve sâlih müminlerdir.
Sohbet, sevgiyi ölçmek için bir aynadır. İnsan sevdiğinin sohbetini yapar.
Muhammed Diyauddin (k.s.), tasavvuf yolunda bulunmanın esasının sohbet olduğunu bildirerek buyurdu ki;
‘’Bil ki sohbetsiz geçen zaman zararlıdır. Ömrün boş yere zayi olmasıdır. Şu değerli ömrün hakkı, ilkin onu kıymetli sohbete ulaşma yolunda sarf edip, mümkün olduğunca sohbeti terk etmemektir. Sonra, tasavvufta sonu olmayan edepleri elde edip içselleştirmektir. Çünkü sohbet bütün kemalât ve marifetlerin eşiği ve hazırlığı durumundadır. Geçen zaman ne geri getirilebilir, ne de kaza edilebilir. Ne olursa olsun, hiçbir şeyle ölçülemeyen, dengi olmayan sohbetten ayrı geçen vaktinize şiddetle hayıflanın. Belirli zamanlarda yapılması emredilen virdleri terk etme ve rabıtadan uzak kalma. Zira, “Tamamıyla yapılamayan bir iş bütünüyle de terk edilmez.” diye bir kural vardır. Her ne kadar bunlar bedellerin en değersizi olsa da, hasretimizi ve emirlerin bütünüyle terk edilmemesini, Allah Teâlâ’nın sohbete bir karşılık kılması umulur.’’ (21)
Sohbetin en kıymetlisi, Salih insanlarla olanıdır. Bu sohbet, Allah dostları ile beraber olmak ve onların nazarı altına girmektir. Buna manevi terbiye denir. Böyle bir sohbet ve beraberlik bütün hayırların anahtarıdır. Çünkü bu sohbetle gönülden gönüle ilâhi sevgi akar, ruhlar feyzlenir.
Bütün Allah dostları, kâmil insanlarla sohbet etmek üzerinde durmuşlar ve bu gönül beraberliğinin manevi terbiye için şart olduğunu belirtmişlerdir.
Zekeriyyâ Ensârî (k.s) “Evliyanın sohbetlerine katılmayan ve gitmeyen ulema ve fakihler, yenen katıksız ekmeğe benzer ” buyurmuştur.(22)
Ömer b. Abdulaziz (rah) ise: “Medine’nin fakihlerinden Ubeydullah b. Abdullah ile bir mecliste bulunmak, benim için bütün dünyadan daha sevimli ve daha hayırlıdır. Onun gibilerle oturup kalkmakla akıl nurlanır, kalp huzura erer, edep elde edilir.” diyor.
Âlimlerden Cafer b. Süleyman (rah) salih insanlarla beraberliğin kendisine ne kazandırdığını şöyle anlatır: “Kalbimde bir katılık hissettiğim zaman, kalkar hemen Muhammed b Vasi’in yanına gider, meclisine katılır, yüzüne bakardım. Böylece kalbimdeki katılık gider, içime ibadet neşesi gelir, tembellik üzerimden kalkar ve bu neşe ile bir hafta ibadet ederdim.” (23)
Şeyh Abdülbari en-Nedvi (rah.) olgun insan olmanın en kolay yolunu şöyle tarif eder:
‘’Bir kimsenin kâmil bir şeyhin yanında bulunmadan, onun sohbetlerinden bol bol yararlanmadan, meclisinde teneffüs edilen manevî havaya alışmadan ve orada yaşanan durumların manevî zevkini tatmadan olgun bir insan olması mümkün değildir. Bunun için mutlaka olgunluğa erişmiş ve manevî alanda yol almış muhterem bir zatın sohbetinde bulunmak, o sohbetin vereceği manevî zevki tatmak ve onun irşadından istifade etmek şarttır.
Çünkü sohbetle elde edilecek faydayı hiçbir şey temin etmez. Bunun en açık örneği Sahabe-i Kiram’dır. Sahabelerden derecesi en aşağı olan bir sahabi bile en yüksek hadis bilgininden, en değerli fakihten ve en büyük veliden daha üstün ve daha faziletlidir. Bu üstünlüğün nedeni hiçbir zaman kitap okumak ve eser incelemek değildir. Çünkü Sahabenin çoğu okuryazar bile değildi. Bu üstünlüğün nedeni bilgi çokluğu ve kültür zenginliği de olamaz. Çünkü kendilerinden sonra gelen bilginlerin en küçükleri bile dinin bütün konularını onlardan daha geniş ve daha ayrıntılı olarak biliyorlardı. Öyleyse geriye bir tek ihtimal kalıyor, o da onların Allah’ın Rasûlü (s.a.v) ile sohbet mutluluğuna erişmiş bulunmalarıdır. Bu öyle bir sohbettir ki, onlardan sonra gelen en büyük âlimler, onun azıcık kısmına bile ulaşmış değillerdir. Onların Hz. Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin saadetli nazarlarında ve huzurlarında aldıkları manevi feyiz, yıllarca kitap okunsa ele geçmez. Bu kesindir. Efendimizin maneviyatına varis olan ariflerin sohbet ve nazarı da insana çok yüksek haller kazandırır. Bir arif şair bunu şöyle dile getirir:
“Evliyanın sohbetinde bir saat kalıvermen,
Hayırlıdır bir asırlık gafilâne ibadetten.”
Bu söylediklerimi tam anlamak istersen, bizzat bunu denemeli ve kendi hayatında yaşamalısın. Bunun için altı ayını ayır. Gel benden gerçek bir arifin adını ve adresini öğren. Onun huzuruna gidip manevi sohbetine gir. Göreceksin ki, oraya akıllı olduğunu söyleyerek gidecek, aptal olduğunu söyleyerek geleceksin. Çünkü o mübarek insanın sohbetleri sayesinde akıllanacak, maneviyat yolundaki boşluğunu anlayacak, kusurlarını görecek ve geniş bir ufka sahip olacaksın.” (24)
Sohbet dille olabileceği gibi, gönülle de olur. Gönülle yapılan sohbet ve beraberliğe tefekkür ve rabıta denir. Rabıta, ‘’Herkes sevdiği ile beraberdir’’ hadisini yaşamaktır.(25)
Rabıta, kelime olarak bir şeyi diğerine bağlamak, onunla ilgi ve alâka kurmak demektir.
Dinimizde rabıta, tefekkürün bir çeşididir. Tefekkür, varlıkları ve olayları düşünüp onlarda gizlenen ilahi rahmeti, hikmeti, kudreti fark etmek ve bu vesile ile kalbi zikre geçirmektir. Tefekkür farzdır. Kalbin en önemli vazifesi tefekkür yoluyla uyanmak ve Yüce Allah’a bağlanmaktır. Allahu Teâlâ’nın zatından başka her varlık tefekkür edilebilir, hayâle alınıp üzerinde derin derin düşünülebilir.
Rabıta yapmak insana ait bir özelliktir. Kalbi ve gönlü olan herkes bir çeşit rabıta yapar. Ancak her rabıta şekli kalbi uyandırıp Allah’a ve ahirete bağlamaz. Tasavvufta tavsiye edilen rabıta, kendisine bakılınca Yüce Allah’ı zikrettiren bir kâmil insanı düşünmekten ibarettir. Kâmil insanın kalbi Allahu Teâlâ’nın en fazla nazar ve tecelli ettiği bir mahâldir. Bu kalb, ilahi aşk ve zikirle mamur olmuştur. Ona bağlanan kalb de o aşk ve zikirden nasiplenir, beslenir, kuvvetlenir, mamur olur.
Rabıta, müridin kâmil mürşidini hayal ederek kalbini onun kalbine bağlamasıdır. Rabıta, birbirini seven ruhların kaynaşmasıdır. Rabıta, kalbin kalpten nur ve feyiz almasıdır. Rabıta, gönlün gönle bakışı ve birinden diğerine sevgi akışıdır.
Rabıta, müridin terbiyesi için en mühim bir vasıtadır. Rabıta namaz gibi şekli, zamanı ve usulü dinimizce belirlenmiş bir ibadet değildir; kalbi uyandırıp huşu ve huzur içinde ibadete hazırlamaktır. Rabıta, manevi terbiye aracıdır. Rabıta, azgın nefis için en güzel ıslah ilacıdır. Rabıta, gafil kalbin uyanık kalbe bağlanıp uyanmasıdır. Rabıta, üzerine devamlı ilahi feyzin aktığı kalbe bağlanıp ondaki sevgi ve feyzi çekmektir.
Büyükler, rabıtanın özü itibariyle şu ayetlere dayandığını belirtmişlerdir: Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla (kullarımla) beraber olun.“ (26)
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya vesile arayın. Onun yolunda mücahede edin ki kurtuluşa eresiniz.’’ (27)
Bütün gaye Allah’tan gerçek manada korkmaktır. Bu korku, Yüce Yaratıcıyı sevmek ve O’na koşmaktan ibarettir. Buna haşyet denir. Haşyet, sevgiliyi üzerim korkusu ile titremektir. Haşyet, gizli ve açık her hâlde hayâlı olmaktır. Buna kısaca takva denir.
Her iki ayet-i kerime de takvayı emretmektedir. Takvayı elde etmek için birinci ayeti-kerimede Allah’ın sadık kulları ile beraberlik emredilmiş, ikinci ayeti-kerimede ise takva yoluna sevk edecek bir vesileye yapışılması ve nefsi terbiye için bütün yolların denenmesi istenmiştir.
İşte rabıta, Allahu Teâlâ’nın sadık kulu ve kâmil dostu olan mürşid ile beraber olmanın bir şeklidir. Mürşide el verip intisap eden herkes onunla Allah yolundaki beraberliğine ilk adımı atmış olur. Sonra onun terbiyesine giren kimsenin zâhirî beraberliği başlamıştır. Bu işte asıl hedef kalp ve gönül beraberliğidir.
Kendisine gönül bağlanan kâmil mürşid Allah’a ulaşmada en güzel bir vesiledir. Bütün bunların sonucu zikir ve edebtir, kısaca takvadır. Mürşidin Allah’a ulaşmada bir vesile ve vasıta olmaktan başka bir görevi yoktur.
Ulu arifler rabıtayı şöyle tarif etmişlerdir:
Rabıta, müşahede makamına ulaşmış, ilahi huzurda kabul görmüş, Allah’ın nuru ve edebiyle süslenmiş kâmil bir mürşide kalbi bağlamaktan ibarettir. Çünkü kâmil mürşidin kalbi ilahi nur, feyiz, sevgi ve ilimler için bir merkez yapılmıştır. Ona yönelen ve sevgiyle bağlanan bir kalbe, oradan nur, feyiz, sevgi ve ilim akar. Bu kuvvetli kalp müridin zayıf kalbini besler.
Kendisine rabıta yapılacak mürşid, nefsini ıslah etmiş, huzur makamına ulaşmış, Allahu Teâlâ’ya tam teslim olma hâlini elde etmiş ve en önemlisi insanları terbiye için görevlendirilmiş olmalıdır. İrşat izni ve ehliyeti olmayan kimseye yapılan rabıta, hem yapana hem de yapılana zarar verir.
Kısaca, kendisine rabıta yapılacak mürşid, Hz. Rasulullah’ın gerçek varisi, nazarları şifa, manevi tasarruf sahibi, icazetli bir kimse olmalıdır. İşte müridin böyle bir kâmil mürşide kalbini bağlayıp, huzurunda ve gıyabında onun sûret ve ruhaniyetini hayaline almaya, onu kendisi ile birlikte düşünerek, yanındayken takındığı tavrı, uzağında iken de sürdürmeye rabıta denir.
Rabıtanın aslı muhabbete dayanır. Muhabbet rabıtası, müridin mürşide olan ileri seviyede sevgisi ve edep ile gerçekleşir. Bu rabıtaya devam eden mürid, yavaş yavaş mürşidinin boyasına boyanır, onun hâlleri ile hâllenir, ahlakına bürünür, sevgisi ile tatlanır, güzelleşir ve kâmil bir insan olur. Çünkü muhabbet rabıtası seveni, sevilenin sıfatlarına sokar. (28)
Seyyid Muhammed Raşid (k.s) bir sohbetinde şöyle demiştir:
‘’Tarikat-ı Nakşibendî’de mürşid rabıtası çok önemlidir. Çünkü müride en fazla fayda veren şeyh rabıtasıdır. Bir mürid şeyhinin ruhaniyetinin, manevi tasarruf, feyz ve bereket için her an yanında olduğunu düşünmelidir. Hatta her attığı adımda şeyhinin ayak izine bastığını düşünerek onda (O’nun halinde) fani olmaya bakmalıdır. Çünkü insan şeyhine rabıta yapa yapa onun manevi tasarrufatına girer, onun hali ile hâllenir ve ondan istifade eder.” (29)
Bir başka sohbetlerinde ise:
”Rabıta, nefse karşı en büyük ilaçtır. Rabıta kuvvetlendikçe insan, nefsin hile ve azgınlıklarından kurtulur. Rabıtaya devam ediniz” demiştir.(30)
Bilinmelidir ki kulun tek başına mukarrebun makamına çıkması, yakin ve müşahede hâlini elde etmesi çok zordur. Bunun için bu güzel hâllere ulaşmak isteyen kimseye, o hâlleri elde etmiş, yolu bilen kâmil bir mürşid gereklidir. Böyle bir mürşidi bulan müridin, onun ruhaniyetini vasıta yapıp ilahi feyiz ve nurlarından bolca nasiplenmesi gerekir. Bunun en kısa yolu muhabbet rabıtasıdır. Müridin, mürşidinin huzurunda feyiz alması kolaydır. Huzurunda olduğu gibi gıyabında da edep ve feyiz alabilmesi için mürşidinin kalbine yönelerek onun sûretini çokça hayal etmesi lazımdır.
Şeyh Zeynüddin el-Havafî (rah.) manevi terbiye işinde şu inceliğe dikkat çekiyor:
“Mürit, mürşidinden gördüğü bütün manevi yardımların aslında Rasûlullah’ın (a.s.) yardımı olduğunu, Efendimiz’in (s.a.v) yardımının da gerçekte Allah’u Teâlâ’dan geldiğini, mürşidin ve Efendimiz’in (s.a.v) buna birer vasıta olduğunu bilmesi gerekir. Allah’u Teâlâ’nın sünneti bizden önce böyle cereyan etmiştir, bundan sonra da değişmeyecektir. Biliniz ki, müridin kalbini mürşidine bağlayıp rabıta etmesinin, manevi fethin açılmasında büyük bir önemi vardır. Hatta işin temeli budur. Müritlerdeki feyzin kesilmesi ve manevi ilerlemenin durması ancak, tam bir teslimiyet ve sadık bir himmet arzusu ile mürşitlerine kalplerini bağlamamalarından kaynaklanmaktadır. Kalbi rabıtadan koparan şeylerin en büyüğü, mürşide içten itiraz etmektir.“ (31)
Rabıta ile elde edilecek iki önemli sonuç vardır. Birincisi zikir, ikincisi edeptir.
Bir insan için en tehlikeli hastalıklar gaflet ve kibirdir. Rabıta, gafleti zikre, kibri tevazu ve edebe çevirir. Rabıtanın hedefi, devamlı Allahu Teâlâ ile huzur hâlini elde etmektir. Bunun neticesi ise ihlâs ve tevazudur.
Rabıta yoluyla kalbi desteklenen ve edeplenen mürid, her işinde sünnet üzere hareket etmeyi öğrenir. Allahu Teâlâ’ya güzel kullukta başarılı olur.
Büyükler, edeb ve şartlarına uygun olarak yapılan bir rabıtanın müridi kemale erdirmek için yeterli olduğunu belirtmişlerdir. Rabıta sevginin çokluğuna göre güzel ve devamlı olur. Rabıtada hiç bir şey gözükmese ve hissedilmese bile, anlatıldığı adap üzere yapmaya devam etmelidir.
Menkıbe
Bir gün Gavs-ı Sânî (k.s) hazretlerine sordular:
‘’Efendim, sofi rabıta yapmak için oturur ama mürşidi hariç her şeyi düşünür. Bunda bir kazanç var mıdır?’’
Mübarek ‘’vardır’’ buyurdular.
Sofi tekrar sorarak; ‘’kurban mürşidini hiç düşünmedi’’ deyince,
Gavs-ı Sânî (k.s) cevaben; ‘’Sofini adab üzere oturup ben rabıta yapacağım demesi sadatların emrini yerine getirmek içindir ve emre itaat sofiye çok şey kazandırır.’’
Mürid ihlâsla yaptığı amellerini gösteriş veya kendini beğenmek sûretiyle kaybetmesin diye büyükler rabıtayı emretmişlerdir. Rabıtanın en önemli faydası müridi nefsinin terbiyesi ile kibir ve benlikten kurtarmaktır. Çünkü bir yönüyle de rabıta, şeytanın hücumlarına karşı büyüklerin rûhaniyetine sığınmak ve onlarla tehlikeden korunmaktır.
Rabıta yoluyla insan hayatını gönlündeki mürşidiyle paylaşmış olur. Kâmil mürşid, müridin gerçek dostudur, hak yolunda en güvenilir rehberidir. Onu her işinde önüne alan kimse hak ve hakikatten sapmaz. Mürşidin ruhaniyeti müridin sevgi ve ilgisine göre kendisine tasarruf ve yardım eder. Bu gönül beraberliği sayesinde mürid kibirden ve benlikten korunur, ihlâsı elde eder. Yaptığı hayırlı amelleri gözünde büyütmez, kendisini beğenmez, malı ile kibirlenmez, makam ve mevkiiyle övünmez, insanları küçük görmez. Yaptığı her ibadetin sonunda ve elde ettiği her nimetin önünde, rabıta ile nefisini muhasebeye çeker, kontrol eder. Buna devamlı rabıta hâli denir. Bu hâli elde etmeye çalışmalıdır. Bunu başaran kimse gerçekten büyük bir saadeti ele geçirmiş olur. (32)
Muhabbet ve sohbet ile kazanılan feyiz ve bereketin birçok şeyle elde edilmeyeceği erbabınca bilinmektedir.
Tasavvuf sözün amele, amelin hale, halin marifete, marifetin ilâhi muhabbete dönüştürüldüğü bir mekteptir.
Herkes samimiyeti, gayreti ve muhabbeti neticesinde bu mektepten istifade etmektedir. Duamız büyüklerin himmet ve bereketiyle Allahü Teâlâ’nın bu güzel yolda bizleri muvaffak kılmasıdır.
(1) Hayat Dengemiz, S. Muhammed Saki Erol, Yolumuz Sohbet Yoludur
(2) Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, İbn-i Mace
(3)Fussilet, 33
(4) Semerkand Dergisi, Nur Sofrası Sohbet Meclisleri, Kemal Süleymanoğlu, Şubat 2002
(5)Semerkand Dergisi, Cennetin Anahtarı Muhabbet, Mehmet Işık, Şubat 2008
(6) Allah Dostlarından Yaşayan Sözler, Muzaffer Taşyürek, s.224
(7) Hayat Dengemiz, S. Muhammed Saki Erol, Yolumuz Sohbet Yoludur
(8) Mevlânâ Ali b. Hüseyin es-Safî, Reşâhât, 188.
(9)Buhari, İlim 8; Müslim, Selam, 10, (26); Muvatta, Selam, 3,
(10) Bk.Ebu Nuaym, Hilye, 8, 103.
(11) Abdülhakim el-Hüseynî, Sohbetler, 24.
(12)Tasavvufi Hayat Nasıl Başladı, Mehmet Ildırar, s. 119
(13)Abdurrahman et-Tahi, İşaretler, 155.
(14)Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, (nr. 1770); Sehâvî, Makâsıd, 346/20; Ali el-Kârî, el-Masnû’, 125 (201)
(15)Mürşid ve Mürid Hukuku, Mehmet Ildırar, s. 94
(16)Mürşid ve Mürid Hukuku, Mehmet Ildırar, s. 134
(17)Hatme-i Hâcegân Sultanları, Muzaffer Taşyürek, s.153
(18)Hayat Dengemiz, S. Muhammed Saki Erol, Yolumuz Sohbet Yoludur
(19)Sühreverdi, Gerçek Tasavvuf, 554
(20)Mehmet Ildırar, Tasavvufî Hayat Nasıl Başladı? 120
(21)Semerkand Dergisi, Mektubat-ı Muhammed Ziyauddin k.s’den, Ali Kaya, Şubat 2008
(22)Behçetü’s Seniyye, Muhammed b. Abdullah Hânî, s.41
(23)Zehebî, Tarihu’l-İslam; Gazalî, İhya
(24)Abdülbari en-Nedvi, Tasavvuf ve Tarikatın Yenilenmesi, 165-168, (Kısmen tasarrufla alındı).
(25)Kulun Yolculuğu, Dilaver Selvi
(26)Tevbe suresi ayet-119
(27)Maide suresi ayet-35
(28)Kaynaklarıyla Tasavvuf, Dilaver Selvi
(29)Muzaffer Taşyürek,Hatme-i Hacegan Sultanları,240
(30)Muzaffer Taşyürek,a.g.e,242
(31)Şaranî, el-Envaru’l-Kudsiyye,II,84
(32)Kaynaklarıyla Tasavvuf, Dilaver Selvi
|