Zahir hacc, batın hacc bahsi
Hac Seferleri Bahsi:
Hac iki türlüdür: Biri zahir hacc. diğeri batın haccdır. Zahir hacc şudur: Meselâ, Rusya'dan bir müslüman hacca çıkınca evvela islam memleketine ayak basar, ona sevinir. Sonra Medine-i Münevvere'ye varır, ona da sevinir. Sonra Mekke-i Mükerreme'ye varır. Kabe'yi tavaf eder, maksadı hasıl olur. Bu zahiren hacı oldu. Fakat bir de batınan hacc vardır. Bu da şöyledir:
Meselâ: Bir insan nefs-i emmare makamında ise Rusya'da yaşıyor gibidir. Ama tarikata girip tarikat yoluna devam ederse, İslâm memleketine ayak basmış gibi olur. Nefs-i Levvame'ye ayak basar, sevinir daha ziyade tarîk-i hakta yoluna devam ederse, nefs-i mülhime makamına varır. Medinei Münevvere'ye varmış gibi olur, sevinir.
(N) Evvelce bir müslüman Rusya'dan hacca çıkınca ilk defa islâm memleketine ayak basar, ona sevinir demesinin manası:
Yedi nefis mertebesinin birincisi Emmare makamı, Rusya'da yaşayan gibidir. Emmare makamı ya kâfir, ya münâfık, ya da fasıktır. Kâfir; Allah'ı inkâr eder. Münâfık; hakiki mü'minlerin gizliden aleyhinde atar, yüz göre de camiye gidip namaz kılar. Fasık; iyi amelle kötü ameli birbirine karıştırandır. Mesela: Camiye gider, namaz kılar, camiden çıkar, kahveye gider, kağıt oynar, işte fasıktır. Onun fıskı ağır gelirse cehenneme, sevabı ağır gelirse cennete girer. İşte Rusya'da yaşayan gibi olur.
Hadîs-i Şerif:
“Zikrullahı çok eden münâfıklıktan kurtulur.”[1]
“Cimri, mıhrız adam Allah'ın düşmanıdır ibadetçi ise de. Cömert adam Allah'ın dostudur fasıksa da.”[2]
İkinci makam Levvâme'dir.[3] İslam memleketine ayak basmış gibi olur. Tarikata girer, ibadette derste, gözlerini yumar, dua eder yalvarır, yaptıkları günah ve kötülükleri hatırlar, düşünür, burnunun direği sızlar, Emmare hayatından nefret eder, bu levvame hayatını çok sever. Nefsini levm eder, kınar. Rusya'dan islâm memleketine gelmiş gibi olur. Evvelce ibadet, taat, zikrullah, ameli salih yapamıyordu. Şimdi ise yapıyor. Evvelce huzur ne bilmiyordu. Şimdi huzurda yapıyor. İslâm memleketine ayak basar. ona da sevinir, şudur:
Kalp aleminde Emmare'den, Levvame'ye geçmişti. Levvame'de çalışa çalışa ilerler, Mülhime'ye geçer. Kalbinde ilham kapıları açılır, ne cevahirler saçılır. Allah ile kendi arasında kalp aleminde gizli pazarlıklar olur. Medine-i Münevvere'ye varmış gibi olur.
Ben bu aşka düşeli
Allah'la bilişeli
Elleri yeşil asalı
Bize dervişler gelir.
Bölük bölük dervişler
Hakkın buyruğun işler
Yunus eder kardeşler
Bize dervişler gelir.
Yunus EMRE
Allah'u Teâlâ her söyleyeceğini, her yapacağını kalbine ilham eder. İlham dört türlüdür. İlhami Rabbanî, İlham-ı şeytanî, İlham-ı Nefsanî, İlham-ı Melekî. Bunların hiç biri o birine mani olmaz. Rahmanî veya şeytanî olduğu imanla ve şeriatla ölçülür. Orda nefisten, şeytandan gelen ilhamlara kapılırsa azdırır. Allah'ın gadabına uğrar. Demişler ki: Nefsi mülhime makamı müridin ayağının kayacağı yerdir, dediği budur.
Bir çok müridler buraya kadar düzgün çalışır, ondan sonra kalbine gelenin hepsini ilham-ı Rahmanî zanneder. Ben biliyorum, ben gördüm, kalbime doğdu gibi sözler söyler. Sözler Ayete, Hadîse ters gelse de kendi sözünde durur, doğrudur der. Amma onlara hiç bakmayıp istikâmetine çalışmasına devam ederse Kâbe-i Muazzama'ya varır, dediği mülhimeden Mutmainneye varır. Mutmainne ayette: “İbrahim (Aleyhis-selâm)'e:
- Benim ölüleri dirilteceğime inanmıyor musun? İbrahim (Aleyhis-selâm):
- İnanıyorum ya Rabbi! “Velakin liyetme inne kalbî.” Velakin kalbimin mutmain olmasını istiyorum. İşte mutmain inanmada daha ileri kalbinin iyice kanaat getirmesi, gözü ile görmüş gibi veya doğrudan görmesidir.[4]
İbrahim (Aleyhis-selâm) kuşların dirildiğini gözüyle görünce kalbi mutmain oldu. Derviş de ya gözüyle görür, ya görmüş gibi asar-ı ilahiyeyi görür. Bir yangının dumanını görünce ateş yanıyor, ateşi gördün mü? Dumanını gördüm derse yine ateşi görmüş sayılır. Bilâl Babam yerdeki yürüyen ufak bir karıncayı göstererek:
- Şunun bile Allah'tan aldığı kuvvetle yürüdüğünü gözüyle görür, dedi. Kalp tamamen mutmain olur. O kula, Allah'u Teâlâ artık:
Ayette ki:
قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: اِرْجِع۪ى اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً ﴿٢٨﴾
- Geri dön, Rabb'ın tarafına dön, gel bana gel,[5] denir, dediği budur. Rabb'ın tarafına dön. radiyye ve mardiyye makamlarına gel, denir.
Kalp aleminde çalışa çalışa ilerler. Sonra Kâ'beyi tavaf eder. Maksadı hasıl olur, dediği olur. Kalp aleminde ilerleye ilerleye mürid Hakka vasıl olur. Kendi de bilmez nasıl olduğunu hayrete düşer.
Gözümdeki kimdir gören,
Gönlümdeki kimdir duran,
Kimdir nefes alıp veren,
Hayretteyim hayretteyim,
Bu adımı kimdir atan,
Ağzımdaki lezzet neden,
Bu çiğneyip kimdir yutan,
Hayretteyim hayretteyim.
Gönlümde kimdir inleyen,
Kulakta kimdir dinleyen,
Kimdir bu idrakı eyleyen,
Hayretteyim hayretteyim.
Seyyid NİZAMOĞLU.
Şimdi sıfatı Subutiye'de her şeyin Allah'tan geldiğini gözümüzdeki gören, kulağımızdaki duyan, yaşamak dirilik hepsi Allah'tandır. Bir çocuk hocada okurken bu sıfatı subutiye öğretilir, inanır. Ama ancak esrarını görür veya sezerse kalbi o zaman mutmain olur. Yaşamak, ilim, duymak, görmek, dilemek hepsi Allah'tandır. Allah'ta var, kula da ordan geliyor. Allah'ta olmasa kulda olmaz, diye çocuğa öğretiliyor, amma inanılıyor, kalp mutmain olmuyor.
Tecelli ettiğin kula
Lütfun ile bilinirsin
Muhabbetin nuru ile,
Ol gönülde salınırsın.
Seyyid NİZAMOĞLU.
Tecelli cemal ister,
Gönül eğlenmez aldanmaz,
Tesellî-i visâl ister,
Gönül eğlenmez aldanmaz.
Siva savmını kim tuttu,
Visâlin aydına yetti,
Cemalin vasfını işitti,
Gönül eğlenmez aldanmaz.
Cihanı gezsem sert eser,
Görünmez anda bahr-ı ber,
Meğer ya Rabb seni özler,
Gönül eğlenmez aldanmaz.
Şu can kim buldu cananın,
Nider mülkü Süleymanı,
Oldu hasret de aşk anı,
Gönül eğlenmez aldanmaz.
Ne dünyada ne ukbâda,
Gönül bir özge sevdada,
Dembe dem fikri mevlada,
Gönül eğlenmez aldanmaz.
Ne halvette ne devlette,
Ne kesrette ne vahdette,
Ne tubada ne cennette,
Gönül eğlenmez aldanmaz.
Cemalin nurunu ister,
Ona kâr eylemez sözler,
Fikrim daim seni özler,
Gönül eğlenmez, aldanmaz.
Gerek dünya, gerek ukba,
Visalsiz bir kodu sevda,
Hüdayı nitsin ey mevlâ,
Gönül eğlenmez, aldanmaz.
Aziz Mahmud HÜDAİ.
Gönül ainesin sofu,
Eğer kılar isen safi,
Açılır sana bin kapı,
Ayan olur cemalullah.
Selatullah selamullah,
Aleyke ya Resûlullah.
Şemsi Tebrîz bunu bilir,
Ahad kalmaz, fena bulur,
Bu alem küllü mahvolur,
Hemen baki kalır Allah.
Selatullah selamullah,
Aleyke ya Resûlullah.
Şemsi TEBRİZİ
Bu yedi nefis mertebesinin hepsinin hakkında ayet vardır. Ayette: “Emmaretü” dediği emmare [6]yine ayette: “Benim o kullarım (levm edenlerin) kınayanların kınamalarından korkmazlar” dediği levvamedir.[7]
Kur'ân-ı Kerim'de ilham edildiğine ve edileceğine dair mülhime makamına işaret eden ayetler vardır.
Ayette:
قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: وَلَكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْب۪ى ﴿٢٦٠﴾
“Velakin Li yetmeinne galbî” dediği mutmainnedir.[8]
Ey Mutmainne sahibi! Dön Rabb'ın tarafına râdiyye, mardiyye makamına dön. Sen Rabbından razı, Rabbında senden razı olana kadar çalış”[9] dediği radiyye, mardiyye makamıdır. İşte böyle hepsi ayetle tasdiklidir. İşte Allah'u Teâlâ o kalbe tecelli etti. Misal: Havanın yüzünde ki güneşe karşı bir ayna tutulursa güneş o aynanın içinde görülür. O aynayı en karanlık yere çevirirsen orayı ışıtır. Buna güneşin aynaya tecellisi derler. Şimdiki deyimle yansımasıdır. Aslında güneş yerinden ayrılmadı ama o aynadaki ışık güneşin şavkıdır. O ayna güneş bende, ben güneşim dese yalan söylemiyor. Çünkü o ışıklar, o parlaklıklar güneştendir.
Mansûr-i Bağdadî Hazretleri: “Enel Hakk”[10] Ben Hakkım, Allah'ım, dediği aynı onun gibi idi. Onun için gördüğünü söyledi. İçinde bulunduğu hali anlattı. Bir demirci küresinin (örsünün) üzerinde ateşte yanan bir demir ateş gibi kızarır, demirdeki siyahlık gider, oda kıpkırmızı ateş olur. O demire ateşte desen olur, demirde desen olur. Ama aslında ateş ayrı, demir ayrıdır. Yerde soğuk buz gibi duran bir demir ben ateşim derse yalan söylüyor. İşte Mansûr-i Bağdadî Hazretleri ve onun gibiler içindeki bulunduğu halı söylüyor, yalan söylemiyor. O tecelli, o hal kendinde var. Bizde siyah, soğuk, buz gibi olan demir gibiyiz. Biz, o sözü söylersek yalan söylüyoruz.
O demir ateş bende, ben ateşim, ben ateş oldum dese doğrudur, hemde ateş gibi dokunduğu yeri yakar. İşte Mansûr Hazretlerinin o sözleri “Enel Hak” “Ben Allahım” demesi yalan değildir. Kendi içindeki yaşadığı hali söylüyor. O hal olmayan o sözü söylerse yalandır. Yine güneşe karşı renkli camla bakanın her birisi güneşi ayrı renkte görür. Herkes gördüğünü söyler. Hepside doğrudur renksiz camla güneşi gören “güneş renklidir” derse yalan söylüyor.
Artık Resûlullahın mübarek kokusu gelmeye başlar, alâmetleri görülmeye başlar, acaib garaib haller ve işaretler gönül kâbesinin yelleri esmeye başlar. Aşıkta sarhoşluk, esriklik halleri devam etmeye başlar.
Gönül Kâ'be'sinin yelleri esirdici şekilde esmeye başlar (zikirde esirme hali olur.) Çok zikir yapanların içinden bazıları zikir durdurulur, şehadet kelimesi getirilir. Bazı dervişler aşk, feyiz çokluğundan aklı başında olur, kendi ayıkamaz, zikir durur, kendi duramaz. Saatlerce tek başına zikreder yatar, yuvarlanır, içerisi yanar daha fazla olursa kalkıp koşmak uzun bir mesafeyi dönmek Allah, hu, hay diye içinden bağırmak gelir. Onun başına soğuk suyu dökerken, dökerken, dökerken saatlerce sonra zor ayıkır. Her evliya ve peygamberde kendi derecesine göre bu hal çok olur. O hal geçinceye kadar evi, malı, çoluk, çocuğu terk eder.
Elden kor mülk ile malı
Terk eder ehl-i ayalı
Mevlâsı ile olur halı
Allah'ı seven aşıkların.
Seyid NİZAMOĞLU.
Şeyh Abdulkadir Geylanî Hazretlerinde bu hal 12 gün devsam ederdi. Sahraya çıkar ıssızda tek başına gezer, zikrederdi.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e bu hal gelince evini, Mekke'yi her şeyi terk etti. Hıra mağarasına çıktı, o hal aylarca sürdü. Arifler demişler ki:
اَلْاِتِّحَادُ حَالٌ لَا يَعْرِفُ عَنْهُ بِالْمَقَالِ
“İttihat bir haldir ki söylemekle anlaşılmaz. Ancak içinde yaşayan bilir. O da ittihat halidir.”
Gönül kâbesinin rayıhaları esirdici şekilde gelmeye başlar. Aşık yolunda çalışmakta geceyi gündüze, gündüzü geceye katar, yorulmak usanmak bilmez. Çünkü dostun kokusunu aldı. İşaretler başladı, âşık deli gibi oldu. Artık gözünde ne yemek, ne de içmek kaldı. Sabırsızlık başladı. Hiç durmaya mecali kalmadı. Gece gündüz ibadet, zikrullah kesilmez oldu. Gözden akan yaşlar, sel oldu. Ciğer yana yana kebab gibi kokmaya başladı. Böyle dost sıcaklığı göstermeye başladı. Gönül kâbesinin esirdici şekilde yelleri (rüzgar) esmeye başladı. Feyzi işareti açıklandı.[11] Bu ayet tefsiridir. Artık âşıkına gel, bana gel dendi. Aşık ise baygın haldedir. Artık muhabbet kemâlini buldu. Hep perdeler yırtıldı, âşık maşukunu buldu. Mest ve hayran oldu. İşte batın hacı oldu. Artık nefsi mutmainne makamı oldu. Zerre kadar şek ve şüphe kalmadı, kalp tamamen mutmain oldu.
Ey nokta-i hakikat sensin sevâd-ı a'zam,
Ayînedir cemâlin göründü sende hep âlem.
Esmasını bil cümle Hakk insana teslim etti bak,
İnsan imiş mukarreb ben bildim ism-i a'zam.
Bilsem niçin mürâi etmez sücudi Adem,
Terketti emr-i Hakkı şeytana uydu o her dem.
Ademdedir keramet, âdem'den iste Hakk'ı,
Ben Adem'i yarattım dedi, Hüda mükerrem.
Kâ'be yerinden aldı, Hakk Adem'in toprağın,
Budur kadîmî Kâ'be, gel secde et hey âdem.
Kaküllerini kaldır şâhım, cemâlin örtmüş,
Seyyid Nizamoğlu'na göster, yüzünü bir dem.
Seyyid NİZAMOĞLU
Adım adım ileri,
Beş alemden içeri,
On sekizbin hicabı,
Geçtim bir dağ içinde.
Yetmiş bin hicab geçtim,
Gizli perdeler açtım,
Ol dost ile buluştum,
Gördüm bir dağ içinde.
Gözler gibi görmedim,
Söz gibi söyleşmedim,
Musî'leyin münacat,
Ettim bir dağ içinde.
Gökler gibi gürledim,
Yeller gibi inledim,
Sular gibi çağladım,
Aktım bir dağ içinde.
Bir döşek döşemişler,
Nur ile bezemişler,
Dedim bu kimin ola,
Sordum bir dağ içinde.
Ayrılmadım Pirim'den,
Ayrılmadım şeyhimden,
Aşktan bir kadeh aldım,
İçtim bir dağ içinde.
Vardım ileri vardım,
Levh-i elime aldım,
Ayetlerin okudum,
Yazdım bir dağ içinde.
Kalpten büyük dağ olmaz,
Ol Allah'a doyulmaz,
Sohbetine kanılmaz,
Erdim bir dağ içinde.
Açtım Mekke kapısın,
Duydum ol dost kokusun,
Erenlerin hepisin,
Gördüm bir dağ içinde.
Yunus eyder gezerim,
Dost iledir pazarım,
Ol Allah'ın didarın,
Gördüm bir dağ içinde.
Yunus EMRE.
(Sûre-i Ra’d, Ayet 28)
قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ ﴿٢٨﴾
“Bilmiş olun zikrullah kalpleri mutmain eder” dediği tamamen zuhur etti. İşte şimdi zahir kâbe, batın kâbe anlaşıldı.
Hadîs-i Şerif:
قَالَ رَسُولُ اللّٰه صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ حَرَمَ بِسَفَرِ الْبَاطِنِ اِبْتَلَيْتُهُ بِسَفَرِ الظَّاهِرِ
Yani her kim batın seferi olan gönüller kabesi benim tarafıma batın seferiyle sefer etmezse zahirde türlü türlü meşakkatlere, sıkıntılara düşürürüm, koşar koşar durur. Böylece ona belâlar veririm. Toplar, toplar dağıtır, içi yanar.
Hadîs-i Şerif:
قَالَ رَسُولُ اللّٰه صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ قَصَّرَ الْعِبَادَةَ اِبْتَلَاهُ اللّٰهُ
“Her kim ibadetini kendiliğinden kısaltırsa Allah'u Teâlâ belâya koşar.”[12]
Zahirle batın misali lüks lambaya benzer. Şeriat zahir, aşikâr amelidir. Tarikat iç yüzüdür, batındır. Zahiren şeriatla amel, batına kuvvet verir. Zikrullah ile olursa lükse pompayı basarken basarken tamamen kuvvetini alır, yanar. Onun gibi amel ile ibadet, zikrullah ile birleşirse, içeri kalbi yakar, devam eder. Zikrullah azalır ve kesilirse lüksün söndüğü gibi söner.
Lükse hava basar gibi fırsat vermeyip pompalamaya devam ettiği gibi sonunda kendi dursa kalbi durmaz. Pompalamayı bırakınca lüksün çalıştığı gibi zahiren şeriat ile ameli zikrullah kalbe öyle bir çarpma verir ki, o kalp artık ebediyyen durmaz hale gelir. Artık Allah'u Teâlâ o kulu sever. (Allah'u Teâlâ kula istediği herşeyi verir.) İn'am ihsanlar eder, ihsani ilahi kendini ihya eder. Yani hayatı tayyibe verir. Buda âyettir. Ebedi ölmez bir kimse olur.
(Sure-i Nahl, âyet 97)
قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: …فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً ﴿٩٧﴾
“Ona yeniden ölmez, temiz bir hayat veririm.”
(N) Allah'u Teâlâ buyuruyor ki: Evveliyatı her ne olursa olsun, kim olursa olsun, hangi yaşta ne zaman tam tevbe eder, Allah'u Teâlâ'nın sevdiği güzel amelleri işlerse, ister erkek, ister kadın hakkıyla da mü'min olursa onun eski hayatını öldürür, ona yeniden ölmez temiz bir hayat veririm. Ayette; “her kim” diye söylüyor. Yani kim olursa olsun, tam hakkıyla çalışana, yeniden ölmez, temiz bir hayat vereceğini vadediyor!
İşte mutmainne makamı budur. “Adeti nasın o can aksini işler heman” dedikleri budur. Yani hakka bakar, şer'a muvafık ne zuhur eder ise yapar. Muhakkakta şer'a muvafıktır. Halk sonradan anlar ki doğrudur.
(N) Adeti Nasın o can aksini işler heman yani halkın yaptığının aksini yapar, yaptığı halka akis gelir. Sûre-i Kehf"te ki Hızır (Aleyhis-selâm)'ın yaptıklarının Musa (Aleyhis-selâm)'ya ters geldiği gibi olur. Hakka bakar, ne zuhur ederse onu yapar. O da çoğu zaman zahire ters gelir.
Bunları Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'inde has kulları methederek onları şöyle vasıflandırır.
(Sûre-i Hac, Ayet 34)
قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: فَاِلَهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ فَلَهُ اَسْلِمُوا ﴿٣٤﴾
“Sizin Allah'ınız bir Allahdır! İslam olunuz. Ona teslim olunuz.” diyor. Ayetin devamında:
“Bu islamiyette nefsini hapt zapt edip bastıranlara müjdeler olsun. Cennetim, Cemalim onlaradır” demektir.
Buyurmuşlar ki: Avcıların tuzağına düşen kuşlar kendilerine ait olan zikrullahı terk ettiklerindendir.
[1] yetmiş Mevzuda yetmiş Hadîs Kitabı, Hadîs No: 1, s. 265; Feyz'ül-kâdir, Cild 6, s. 82; Râmûzu'l-Ehâdîs, Hadîs No: 5060.
[2] Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 374 (Benzeri); Berîka, Cild 4, s. 17. (Benzeri)
[3] Sûre-i Kıyamet, Ayet 2.
[4] Sûre-i Bakara, Ayet 260.
[5] Sûre-i Fecr, Ayet 28.
[6] Sûre-i Yusuf, Ayet 53.
[7] Sûre-i Kıyamet, Ayet 2.
[8] Sûre-i Bakara, Ayet 260.
[9] Sûre-i Fecr, Ayet 28.
[10] üzekkî'n Nüfus, s. 396.
[11] İrcii ayetinin mealidir. Sûre-i Fecir, Ayet 28.
[12] Ramûzu'l-Ehâdîs Hadîs No:3464; İhyâu' Ulumî'd-din, Cild 1, Hadîs No: 662; s.563.
Cevahirul islam
__________________
Sözün kıymetini '' Lal'' olandan,
Ekmeğini kıymetini ''Aç '' olandan,
Aşkın kıymetini ''Hiç'' olandan öğren..
|